Sekiz gündür İnchon’dayız. Kalkmamıza bir buçuk saat var. Gemimizin yükü bitmiş, ambar kapaklarının bir kısmı kapanmak üzere yarıda duruyor. Salı günü dışarı çıkmıştık. Geldiğimiz liman Hundai’nin fabrikası. Bu yüzden şehre geçişler sadece bot yoluyla sağlanıyor. Liman etrafında sadece iş yerleri görünmekte ve uzakta konutlar.
Botla çıktığımız gemiden, bizi direkt hastaneye götürdüler. Görevliler sıradaki hastaları “vitaminli” şeklinde çağırıyordu. Daha doğrusu çıkardıkları ses bizim için bu kelimeye çok benziyordu. Çok dolaşmadık ama farklı bir ülkede mekanlardan ziyade insanları izlemek, hal ve davranışlarından farklılıkları ve hiç değişmeyen tarafları anlamak oldukça eğlenceli. Burada insanlar sevimli, sıcak ve ilgililer.
Dışarıda alış veriş ve karada gezinme isteğimizi körelttik. Hastane aracı bizi bir alışveriş merkezine bıraktı. Para bozduramayınca “GOD OF WAR” oyunundan, satıcının bilgisizliği üzerine PlayStation almaktan vazgeçtik. Gördüğümüz ve göreceğimizin en ucuzuymuş Kore’deki. Bunu da hafta sonları güvertede bulduğumuz internetten tam anlamıyla öğrendik. Ayrıca Mc Donald’s amcanın menüsünden yedik. Normal yaşantımızda aramayacağımız şeyler (yiyecekler, etkinlikler vb.), gemide olmadığı için aklımıza takılıyor. Bu özellikle yiyecekler için geçerli. Biz de alışverişimizi çerezler üzerine kurduk. Hastaneden de günlük içilecek hapların küçük poşetlere yerleştirilmiş elde hazırlanmış halleriyle pek çok hap ile çıktık.
Gemide yaşamaya başlayalı iki ay oldu. On beş dakika sonra çay saati! Gemilerde 10:00 ve 15:00 saatlerinde yarım saatlik çay molaları olur. 07:00-08:00 arası kahvaltı, 12:00 ve 18:00 saatlerinde de öğlen ve akşam yemekleri yenir. İki ay süresince yediğimiz yemekler, çeşit bakımından aynı türde olduğu için artık bizi tatmin etmemeye başladı. Bu yüzden 18:00’da yiyeceğimiz akşam yemeği bizim için çok çekici olmayabiliyor. Bu daha çok aşçıbaşının becerisiyle ilgili bir durum.
Bir saat sonra pilot (klavuz kaptan) gemide olacak ve sevgili, bu koca aygırı ağır ağır, karadan açıklara sürmeye başlayacak. Ben de onu izleyecek ve her seferinde içimde bana söylenenlere kulak vereceğim. Yaklaşık iki gün sonra da Japonya’da olacağız.
Botla çıktığımız gemiden, bizi direkt hastaneye götürdüler. Görevliler sıradaki hastaları “vitaminli” şeklinde çağırıyordu. Daha doğrusu çıkardıkları ses bizim için bu kelimeye çok benziyordu. Çok dolaşmadık ama farklı bir ülkede mekanlardan ziyade insanları izlemek, hal ve davranışlarından farklılıkları ve hiç değişmeyen tarafları anlamak oldukça eğlenceli. Burada insanlar sevimli, sıcak ve ilgililer.
Dışarıda alış veriş ve karada gezinme isteğimizi körelttik. Hastane aracı bizi bir alışveriş merkezine bıraktı. Para bozduramayınca “GOD OF WAR” oyunundan, satıcının bilgisizliği üzerine PlayStation almaktan vazgeçtik. Gördüğümüz ve göreceğimizin en ucuzuymuş Kore’deki. Bunu da hafta sonları güvertede bulduğumuz internetten tam anlamıyla öğrendik. Ayrıca Mc Donald’s amcanın menüsünden yedik. Normal yaşantımızda aramayacağımız şeyler (yiyecekler, etkinlikler vb.), gemide olmadığı için aklımıza takılıyor. Bu özellikle yiyecekler için geçerli. Biz de alışverişimizi çerezler üzerine kurduk. Hastaneden de günlük içilecek hapların küçük poşetlere yerleştirilmiş elde hazırlanmış halleriyle pek çok hap ile çıktık.
Gemide yaşamaya başlayalı iki ay oldu. On beş dakika sonra çay saati! Gemilerde 10:00 ve 15:00 saatlerinde yarım saatlik çay molaları olur. 07:00-08:00 arası kahvaltı, 12:00 ve 18:00 saatlerinde de öğlen ve akşam yemekleri yenir. İki ay süresince yediğimiz yemekler, çeşit bakımından aynı türde olduğu için artık bizi tatmin etmemeye başladı. Bu yüzden 18:00’da yiyeceğimiz akşam yemeği bizim için çok çekici olmayabiliyor. Bu daha çok aşçıbaşının becerisiyle ilgili bir durum.
Bir saat sonra pilot (klavuz kaptan) gemide olacak ve sevgili, bu koca aygırı ağır ağır, karadan açıklara sürmeye başlayacak. Ben de onu izleyecek ve her seferinde içimde bana söylenenlere kulak vereceğim. Yaklaşık iki gün sonra da Japonya’da olacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder