18 Şubat 2012

Hasan Ali Toptaş - Kayıp Hayaller Kitabı


Dümdüz yaşarken, ne kadar dolu bir hayat içreyiz oysa. An’ımızda geçmişimiz, geleceğimiz saklı. Bazen bir şey anlatmazmış gibi görünen parça parça bir film, bazen bölünmeden devam eden iç içe öyküler dizisi gibi bu hayat. Bir insan, koca bir dünya demek. Bu dünyayı yorumlamak kendi bakış açımızı aktarmak ne kadar da zor. Bizler çoğu zaman, kitap yazmak için çok ilginç bir konuya ihtiyacımız olduğunu düşünürüz. Oysa bir bakış, dümdüz bir hayatı okunası kılmaya yeter de artar. Bunu sade diliyle kanıtlayan bir yazar Hasan Ali Toptaş.

Bu kitabın ilginç bir tarzı var. Tüm yalınlığıyla somut bir şeyler anlatılırken bir anda gözlerimi soyut bir tabloya çevirmişim gibi hissettim. Kitaptaki dede ile hiç benzemediği halde sıkça dedemi hatırladım. Fotoğrafları düşündüm, köy evlerini, çocukluğumu, çocukluğun garip hayallerini ve yaşlanmayı… yaşlandıkça geçmişe dönen düşüncelerin ayırdına vardım. Ne güzel bir kitaptı. Yoğun bir dönemime denk gelmemiş olsaydı ve kesintisiz okuyabilseydim belki farklı bir haz alırdım, fakat zaman zaman okuyup bırakmak, içeriği benim için başka güzel kılmıştır mutlaka. Herkese okuyun diyeceğim bir kitap değil Kayıp Hayaller Kitabı. Neresinden tutup anlatmak gerektiğini de bilemiyorum. O yüzden yazmayacağım, konuyu anlatmayacağım.

İlk kez okuduğum yazar için bu kitap güzel bir başlangıç oldu. Blogumuzda yorum yazısı yazarak Hasan Ali Toptaş’ı öneren adsız bir okuyucumuza ve fafatuka’ya çok teşekkür ederim. Önerdiğiniz bir başka yazarın ikinci kitabına geçtim bile…

Ebru

08 Şubat 2012

Ezginin Günlüğü Konseri


O kadar uzun zaman olmuş ki yazmayalı, lafa nereden başlayacağımı bilemedim. Dolayısıyla her bilemeyişte olduğu gibi," işe bu cümlelerle başlayıvereyim de yazının gelişi kendiliğinden dökülür herhalde" dedim. Yazamamaktan ya da durgunluktan değil, tersine yaşamın durdurulamaz akışı yüzünden bir türlü oturup da iki satır ekleyemedik blogumuza. Nihayet Özlemcim yılbaşı yazısıyla güzel bir giriş yaptı.
Akıp giden zaman içinde okunan kitapların, izlenen dizilerin, filmlerin üzerinden epey geçtiği için konusu edilir mi bilemiyorum ama en son izlediğim konserle başlamak benim için en iyisi olacak. Meğer ne kadar güzelmiş küçük bir şehirde büyük etkiler uyandıracak etkinliklere tanık olmak, örneğin güzel bir Ezginin Günlüğü konseri izlemek.

Yalova’da sanıyorum yeni yeni etkinliklerine başlamış olan Rauf Dinçkök Kültür Merkezi’nde 18 Ocak gecesi Ezginin Günlüğü konserindeydik. Konserle ilgili söylenecek çok bir şey yok aslında, böylesi deneyimli ve müziğe “sanat” olarak yaklaşan bir grup için yapılabilecek pek bir yorum olduğunu düşünmüyorum. O gece sahnede tiyatro izler gibi kendimizden geçerek, ilgi çekmek için gösterişe ihtiyacı olmayan naif ve samimiyet dolu bir grubun konserini izledik. Sahnedeki tiyatral dizilişlerine, kendilerinden emin hallerine, heybetli ama mütevazi duruşlarına tanıklık ettik.

01 Şubat 2012

Yeni Yıl

Uzun çok uzun zaman olmuş yazmayalı... Gecikmiş bir yeni yıl yazısı ile buna bir son vermek istiyorum. Yazacaklar birikmiş bizi bekliyor, dileğim bu yazı bir başlangıç olsun ve hepsini paylaşalım kısa zamanda.

Bu yılbaşı gecesi Seran ve Alim konuk etti bizleri, emekleri için onlara ve geceyi güzelleştiren tüm dostlara teşekkür etmek istiyorum buradan.

Zaman zaman konuşuyoruz, özellikle de sevgililer günü yaklaşırken, tüm bu özel günler hediye aldırmak için düzenlenmiş tuzaklar mı diye? Evet hediye içten geldiğinde alınmalı, yapılmalı bence de. Sevdiklerimizi düşündüğümüzde, onları mutlu edecek, gülümsetecek, anımsatacak küçük şeyler olmalı... Bu günler, hediyeler için değil elbet ama güzel zamanlar geçirmek için harika fırsatlar bence. İnsan hep geç kalıyor çünkü dediği gibi şairin, geniş zamanlar arıyor sevgiyi anlatmak için. Oysa her bahaneyi her fırsatı değerlendirip sevdikleriyle ışıltılı zamanlar yaşamalı.
Bize kalan anılar değil mi dünden?