26 Aralık 2010

Çin - Lianyungang

Pek çok kez Çin’in farklı şehirlerini gezmiş olduğumuz halde, fark ettim ki blogda Çin’le ilgi pek bir şey yazmamışım. Çin’e ilk adım atışım, tam iki yıl önce bu zamanlarda Zhanjiang şehriyle başlamıştı. Yurt dışına çıkmadan önce en çok merak ettiğim ülkelerden biriydi burası. İlk gözlemlerim, tahminimden çok daha gelişmiş bir memleket olduğuydu.

Şuan Çin’in Lianyungang’ındayız. Bu şehre üçüncü gelişim ama topraklarına ikinci kez ayak basışım. Kısa bir süre önce gemi ile limanına yanaşıp üç gün kaldığımız şehirde gemiden dışarıya çıkmamıza izin verilmemişti. Sözde; bir süre önce bu bölgeye gelen bir Tük gemisi mürettebatından biri, şehirde olay çıkardığı için daha sonra bu limana yanaşan diğer Türk gemi personelleri için çıkış izni vermeme kararı alınmıştı. Bu gelişimizde ise böyle bir sorunla karşılaşmadık. Yeni bir yıla girmeye hazırlandığımız şu günlerde Çin’de de yılbaşı telaşı var. İlk eklediğim bu fotoğraf, hem bonsaileri hem de yılbaşı ağaçlarını seven Özlem için…

20 Aralık 2010

Ayça Şen - Saatçi Bayırı




Bazı kitaplar vardır ki, onlar hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen görünüşlerine göre değerlendirip, okumaya karar veririm. Elimde kapladığı alana, kalınlığına, ismine ya da kapak düzenine göre… Hatta bazen yayın evi veya yazı karakteri bile o kitabı okumak isteyip istemediğime karar vermeme neden olabilir. Tabii ki böyle bir seçim sadece hakkında hiçbir fikre sahip olmadığım kitaplar üzerinde gerçekleşir. Bu kitabı okumaya başlayışımın ilk nedeni; az önce saydıklarımdan vuku bulan bir yakınlık hissiydi.



Bu aralar art arda kitap okuyorum. Bir kitabı bitirmeden diğerini sıraya koyuyorum ki aradaki boşluk seçimlerimi zorlaştırmasın. Saatçi Bayırı da önceden seçip birkaç gün sırada beklettiğim kitaplardan biriydi. Okumaya başladım ve hislerimin beni yanıltmadığını daha ilk sayfaları okurken anladım. Sayfaları değiştirdikçe, yeni tanıdığım bu yazar ne anlatırsa anlatsın, eğlenerek okuyacağımı fark ettiğimden daha bir keyiflendim. Hani derler ya “kah güldük kah hüzünlendik”, işte o iki duyguyu, küçük ayrıntılar içinde önemsizmiş gibi büyük bir rahatlık ve doğallıkla anlatması okuduklarımdan daha çok etkilenmeme neden oldu. Sanki kitabı kendim yazıyormuşum da, sonrasında ne olduğunu beklemeden yazdıklarımı okuyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Sanılmasın ki kitabın yazımı basit ve olağan. Tersine bu kadar doğal oluşu bir film izlemek ya da birinin ağzından başkasının hayatını dinlemek gibi okurken yormayan ve ardından güzel bir tat bırakan kitaplardan.

Bir yandan da bu kitabın tarzını, yine nereden peyda olduğunu hatırlamadığım hislerime dayanarak aldığım Hakan Günday’ın bir kitabına benzettim. Açıkçası beni, Hakan Günday’ın Kinyas ve Kayra’sı vakti zamanında daha derinden etkilemişti ama o zamanlar böyle yazarların varlığını bilmediğim için bu etkilenme kısmı normalinden fazlaca olabilir. Hakan Günday’ın duru ve akıcı bu romanı her ne kadar Saatçi Bayırı’na benzemese de olaylara yaklaşım ve dil olarak benzer şeyler hissetmeme neden oldu. O kitabı okuduktan sonra da daha çok film izlemişim gibi bir hisse kapılmıştım.

Muhtemelen benim henüz fark edebildiğim ama pek çok insanın okuyup sevdiğini düşündüğüm bu yazarı bir de ben tanıtmış olayım dedim, internetin küçücük bir sayfa ucundan. Romanlarda düz bir yazımdan fazlasını arayanlar için çok hoş bir kitap. Kitabın gidişatını etkilemeyeceğini düşündüğüm için kısa bir alıntı yapacağım. Bu alıntı aslında kitabın konusuyla da ilgili bir ipucu değil, sadece bir karakterin yazdığı mektuptan alıntı fakat en sevdiğim kısımlardan biri oldu:

“…gideceğimiz yeri hem biliyorum, hem bilmiyorum. Ya da biliyorum da gidemiyorum. Çünkü zaten oradayım. Beklentiler belki bu yüzden kötü. Devamlı oraya gitmek istediğim için hiçbir yere varamıyorum. Bir itici kuvvet gelip beni oraya itecek sanıyorum ama bilmiyorum zaten oradayım. Ve bütün bunlar olurken çok yoruluyorum. Ama yorulmak demek dinlenmek demek aynı zamanda. Bu yüzden yorulmadığım zamanlarda çok daha fazla yoruluyorum; hem fiziksel hem de ruhsal. Dinlenense ruhtan öte bir şey sen yorulurken.


Bu anlattıklarımsa tek bir kelime. Fakat kullandığım dil öyle yetersiz ki; aslında anlattıklarım tek bir kelimede toplanmalı; ben daha onu bile başaramıyorum. İstiyorum ki bütün bunlara aramızda bir isim bulalım. Bana tek ümit veren şeyse, anlatmaya çalıştıklarımı tek kelimeyle ve hatta hiç kelimesiz anlayan insanlar var dünyanın bir yerlerinde. Bu bağlamda hem yetim, hem öksüzüm…


…zaman zaman ağlayasım geliyor; bir meniden bile daha küçük hissediyorum ama utanmıyorum çünkü meniden bile daha küçük şey, var oluştan bile büyük bir şey…


…olmadığını biliyorsun ama aynı zamanda da varsın. Varlığını ispata geçince bocalıyor, kendini üzüyorsun. Aslında hiç yokum, çünkü hiç olmadım, çünkü zaten hep vardım.”

Keserek alıntılar yaptığım bu bölümü tekrar okurken tamamını buraya aktarmak istedim ama bu kadarı da yeterli sanırım.

Ebru

14 Aralık 2010

Bir Mimleniş...

Hindistan yazımı yayınlamaya çalıştığım anda; Şu garip Çin ülkesinin kısıtlı interneti üzerinde, açılmayan sayfaları bir takım hilelere başvurup açmaya çalışırken bir yandan da uzun zamandır okuyamadığım bloglara bir göz atayım dedim. Kendi blogumu açamadığım, başka siteler üzerinden açabilsem de yorum bile yazamadığım bu Çin diyarının internet ağını hala anlayabilmiş değilim.

Fafatuka’nın yazdıklarını keyifle okurken bir yandan da “bu mimlenmek de ne ola ki” diye düşünüyordum. Neyse ki anlamam pek güç olmadı, hemen ardından da blogumuzun da fafatuka tarafından mimlenmiş olduğunu gördüm. Özlemciğimden de müsaade isteyerek ve onun cevaplarını da okumayı arzu ederek, başlayayım ben de soruları cevaplamaya, Çin ile ilgili yazım da Hindistan sonrasına kalsın.

12 Aralık 2010

Hindistan - Goa

Hindistan Yavaştan Kendini Sevdirir mi?

İşte yine Hindistan’dayız, fakat bambaşka bir Hindistan. Daha önce bu ülkenin Haldia ve Paradip şehirlerini gezmiştik. Bu iki şehir, oldukça fakirdi ve gezilip görülecek pek bir yer yoktu. Oysa Goa, bu iki şehrin yanında oldukça gelişmiş. Giyecekten teknoloji aletlerine dek aradıklarınızı bulmak, bir otelin kafeteryasında kahve içebilmek, bazı mekanlarda yemek yiyebilmek mümkün.

Goa, bir zamanlar Portekiz sömürgesiymiş. Bu nedenle yol üzerinde kiliselere rastlıyoruz. Burası öyle garip bir memleket ki, içinde onlarca dil konuşuluyor, Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Budist’i ve bilmediğimiz pek çok dine mensup insan bir arada yaşıyor.

Bir denizci için Hindistan’a gelmek küçük bir kâbustur. Denizcilerin hiçbiri bu ülkeye gelmekten hoşnut olmaz. Burada geminin ne kadar kalacağı, yükleme ya da tahliyenin ne zaman biteceği belirsizdir. Profesyonellikten çok uzak bir iş akışı olmakla beraber, uzun zamandır seferde olan bu insanlar limandaki dışarıya çıkışlarda aradıklarını bulamaz. Bunun gibi pek çok nedenle Hindistan’ı sevmezler. Biz de dışarıya çıkacağımız ilk sabah botun habersiz bir şekilde gelememesi yüzünden ikinci günü bekledik.

01 Aralık 2010

Güzel Atlar Diyarı Kapadokya'dan Lezzet Diyarı Mersin ve Adana'ya - I

Dokuz günlük uzun tatil daha da uzadı. Zaman gerçekten göreceli bir bir kavram, insanlar, mekanlar ve hissedişler çoğaldıkça uzuyor gibi... Eğer görmediyseniz, Kapadokya'yı görmek için fırsatlar yaratın mutlaka. Etkileyici, huzur verici, düşündürücü....

24 Kasım 2010

İş Bankası Yayınları - Nehir Söyleşi Dizisi

Bir süredir İş Bankası Kültür Yayınları tarafından basılan söyleşileri okuyorum. Bu kitapları okuyana kadar, söyleşi ve biyografi içerikli kitaplardan keyif alamayacağımı düşünürdüm. Ta ki Türkan Saylan’la yapılan söyleşilerden derlenen kitap elime geçene kadar.

Güneş Umuttan Şimdi Doğar
"Türkan Saylan Kitabı"

Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nun Türkan Saylan’la yaptığı söyleşilerden derlediği bu kitap bende, Türkan Saylan’ın retrospektif sergisini geziyor hissi uyandırdı. Son dönemlerinde televizyon ve gazetelerden tanıdığım fakat kim olduğu ve neler yaptığı konusunda fikir sahibi olmadığım bu insanı, bu kitapla tanıdım. Binlerce cüzamlı hastayı tedavi edişi, o hastalara yaklaşımı, olaylar karşısındaki yıkılmaz tavrı, yıllar öncesinde Türkiye’de bir kadın olarak üstlendiği rol ve modern fikirleriyle çok güzel, gerçek bir insan vardı karşımda. Bir insanın durmak bilmeden çalışması ve kendini yardıma muhtaç insanlar için doğal bir refleks gibi adayışı muhtemelen her

14 Kasım 2010

Endonezya - Tanjung Pemancingan



Saatler önce kalktık Endonezya’dan. Bu limandan daha önceki yazılarımdan birinde bahsetmiştim çünkü bu bölgeye bir buçuk yıl kadar önce de gelmiştik. Bu kez daha fazla gezdik ve daha çok fotoğraf çektik. Aklımızda kalan dükkanların bir kısmının kapandığına bir kısmının aynı şekilde bizi beklediğine tanık olduk.

Kendine özgü etnik dokusuyla modern hayatın birbirine geçmeye çalıştığı bu yerde dolaşmaktan oldukça keyif aldık.








11 Kasım 2010

İtalya-Taranto




İki gecedir harika bir dolunay var. Denizde olmanın en büyük keyiflerinden biri de ayın ve gökyüzünün aldığı hallerine, çok az insanın görebileceği şekliyle tanık olmak. Şehrin içindeyken mehtabı anlamak mümkün olmuyor çoğu zaman. Şehir ışıkları ay ışığını bastırırcasına aydınlıkken, okyanusun ortasında harika bir dolunay bir resmin içindeymişiz gibi bir mekan sunuyor gemi üzerindekilere.

O sakin, sessiz deniz yolculuklarının ardından, ışıklı bir kente yanaşmanın tadıysa çok daha farklı. Şehir ve ışıkları uzaktan görünmeye başladığında mehtap ve yıldızları unutuveriyor insanoğlu.

07 Kasım 2010

Ruhani Albümler

Müziğin en çok sevdiğim tarafı ruhumu doyurma niteliği taşıması. Evet, müzik ruhun gıdası. Bunu iliklerimde ve ruhumda hissedebiliyorum. Sıkılmadan defalarca dinlediğim pek çok sanatçı ve albüm var ama bu yazımda bütün bir albüm olarak konusunun kişisel aşkın dışına taştığını düşündüğüm ve beni bu açıdan etkileyen albümlerden bahsetmek istedim. Sanırım Türk Rock Müziğinin en çok bu taraflarını seviyorum. Günlük kaygılarla yazılmış bayağı şarkılar yerine insanın gerçekliği ya da farklı sosyal konuları irdeleyen niteliğe sahipler.   

  Kurban
 Sahip
   
 Eğer müzikle ilgili bir kabiliyetim olsaydı, bu albümü ben yapmış olmayı isterdim. Tam da bu sözlerle ve bu sertlikte… Kurban grubunu ilk çıkışlarından beri severim ama böyle bir albüm çıkarabileceklerini hiç düşünmemiştim. Hem Kurban grubuna yakışır bir albüm olmuş hem de içerik açısından farklı olmuş. Rock müzik dinleyenlerin bir kısmı, böyle bir vokal ile söylenen şarkıların Türkçe sözlere uymayacağını düşünürler. Bana göre, bu albüm bu önyargılara bir cevap niteliğinde, harika bir albüm.


Misafir

“…
Eskiden büyük bir kapı vardı
Şimdi duvar olan yerde
Artık ben insana
Dost değilim

Gelse son misafir
Misafirim Azrail

Can dolaştı, döndü geldiği yere
Bir durakta indi vardı evine
Anladı o an hayat bir gezidir
Can emanet ruh misafir
…”

Mesih

“…
Her yerde suç var
Ve her yerde suçlular
Her yerde göç var
Ondan yabancılar
Her tende renk var
Ruhlar siyah beyaz
Her bende bir sen var
İnsan unutkan biraz
…”

 Pentagram
 Bir

Kurban’ın albümünü dinlerken aklıma Pentagram Grubunun bu harika albümleri geldi. “Bir” albümünü de yaklaşık olarak aynı duyguları hissederek dinlemiştim. Albümü dinlediğimden beri Pentagram grubundan bu tarzda bir tane daha bekliyorum. Bu grup Türkçe sözler konusunda da çok iyi. Onları dinlerken Aşık Veysel’den Ömer Hayyam’a uzanan bir söyleşiyi dinliyormuş hissine kapılıyorum.




Bir
“…
Korkma ondan bundan
Ne ölümden ne hayattan
Bu dünyada gördüklerinin
Hepsi bir, hepsi Hakk’tan

İnsanoğlu kendini arar
Dünya döner milim milim
Eğer geçip gidersen bugün
Yarım kalan işin var senin”

Sır
“…
Uyan, aç gözlerini
Ömür biter yol kalır.
Uyan, aç artık kalbini
Akıl biter sır kalır
…”

Flört
Cemiyette Pişiyoruz

Kim Bunlar grubundan sonra evrilen grup Flört olarak yoluna devam etti. Flört gurubunun ilk albümü Cemiyette Pişiyoruz’dan çok farklıydı. Bu yüzden bu albümdeki bir şarkıyı duyduğumda, bildiğim Flört olduğuna inanmakta zorluk çekmiştim. Flört grubunun bu albümü benim için oldukça içsel yani ruhani. Beyoğlu’nda bu CD’yi bulabilmek için tüm müzik marketleri dolaşmam gerekmişti. Yine olsa yine yaparım. Üstelik Demli adında yeni bir albüm çıkarttılar bu albüm de oldukça başarılı. Demli, son günlerde sıkça dinlediğim albümlerin başında yer alıyor.
Cemiyette Pişiyoruz albümü bana Mevlana’yı da hatırlatıyor. İlk albümleri ile aralarındaki farkı Flört de şöyle anlatmış sanırım:

Cemiyette Pişiyoruz
“Sevgilim anla beni farklı yerlerdeyiz şimdi
 Nasıl anlatsam?
 Ben bana bakıyorum beni bende arıyorum
 Nasıl anlatsam?
 Hamdık pişeceğiz inşallah
…”

Modern Ortam Romantikleri
“…
Hepsi boş, hepsi rüya
Hepsi sende…
Yok haliyle.
Sadece ayrılık rüzgarı
Yaptı bil ki böyle…”

Mete Özgencil
Olmalı

Mete Özgencil’in bir albümü olduğu pek bilinmez. Çoğumuz onu Candan Erçetin gibi popüler insanların arkasındaki adam olarak tanırız. Bir bakmışsınız Umay Umay’la düet yapmış, bir bakmışsınız Hande Yener’in ya da Tarkan’ın bir şarkısını yazmış hatta Hepsi Grubu’nun klibini çekmiş. Kısacası ne iş yaptığı bile belli olmayan bir garip adam bu. Dikkatli dinlenince popüler şarkılarının ardında bile ruhani taraflar var, insana ait genellemeler var ama sadece asıl anlatmak istediklerini basitleştirilmiş sözlere aktarmış gibi geliyor bana. Böyle düşünmemin sebebi; kendi albümündeyse çok daha ağır bir dil kullanmış olması. Ağırlığı kelimelerde ve anlatımında değil, sözlerin içeriğinde saklı. Şarkının bir yerinde kendimi Bilge Karasu’nun Gece kitabında buluyor gibiyim. Bir garip adam, bu kadar başarılı bir albüme rağmen perde arkasında olmayı seçiyor. Keşke bir albüm daha yapsa…

Olmalı
Yaşanır ağır ağır büyük aşklar tomar tomar gelir üstüme birikir
Yetişir ağır ağır çocuklar da kendini tanır sonra hemen unutur
Olmalı eğer ipler senin elindeyse eğer çek göster
Göster bana ne kadar çelimsiz ve sevimsiz olduğunu… olmalı

Paylaşmak Lafına Bayılıyorum
“…
Dendiğinden olmuyor ki,
Olduğundan deniyor söz.
Unutmuşsun, görmüyorsun;
Aşk insanı tok tutuyor…"

 Gökhan Kırdar
 Tüür Yağmur Duası

 Gökhan Kırdar’ı tanıtmaya gerek yok elbette ama iki parçadan oluşan bu albümü oldukça ilginç.  Bir şaman ayinin içindeymişim gibi hissettiriyor. Enstrümantal albümleri dinlemekten pek keyif almama rağmen, bu albümün sözleri de içinde saklıymış gibi ya da ben öyle anlıyorum.










İlhan İrem
Koridor

Aslında İlhan İrem başlı başına bir konu ama kendimce ruhani albümleri topladığıma göre, İlhan İrem’den kısacık bahsetmemek olmazdı. Dinlememiş olanlar için söylemek gerekir ki İrem’in tüm albümleri ruhani. Onun albümlerinde Mevlana, felsefe, inanışlar, sosyal konular, gerçek sevgi kavramı gibi pek çok şeyi bulmak mümkün. Kısacası sizde ne varsa ona yani içinizdekilere ışık tutacak, düşünmeye yönelik şarkılar bunlar. Aslında ruhani demekten kastım da sorgulamaya yönelten, hayattaki duruşunuzla ilgilenen albümler olmaları. İlhan İrem’i yazının sonuna koydum ama bunun sebebi ilk olarak onu keşfetmiş olmam. Kendimce keşfim de bu albümle başladığı için Koridor’dan alıntılar yapmayı mantıklı buldum. İlhan İrem’in kendine özgü, simgesel bir anlatım tarzı var. Bu albümden alıntı yapabilmek için pek bir düşündüm. Yine de çekip çıkaracağım bir kısım bulamadım çünkü neresinden alsam bir tarafı askıda kalıyor. Yani tek bir dörtlük, albümün içeriği hakkında fikir vermiyor. Ben de bir şarkının Mevlana’nın yazdıklarıyla örtüştüğünü düşündüğüm bir kısımdan alıntı yapmaya karar verdim. Elbette bu sadece benim fikrim

Ninni Sevgilim
İlhan İrem
“…
Senin için bütün pencereler…
Arşınla sokakları birini tıklat
Kapıyı ben açacağım, tanıyamayacaksın
Yüzüm gözüm başka olacak
Bana, benden kaçtığını söyleyeceksin
Sonra sevişeceksin
Aklın bende olacak bileceğim
Birimizden birimize duygusuz diyeceksin


Sislerin içinde rasgele buluşuyoruz
Bin şüphe içinde öylesi tanışıyoruz
Ellerim senden ötelere uzanır seni yakalayamaz bir türlü
Her yerde sen her şeyde sen
Hangisini seçeyim?


Sevgilim her yerdeyiz, ben de öyleyim
Gecen yalnızlığın sislerin benim
Dağıt bitir her şeyi yine karşındayım
Bütün kaçışlarında arkandayım.”

Mesnevi
Mevlana
(Divan-ı Şems-i Tebriz 1372: A1: 168)

“İstediğin kadar üzerinde çalış, beni tanıyamayacaksın,
          benim ne olduğumu gördüğünden yüzlerce kez farklı olduğum için.
Kendini benim gözlerimin arkasına koy ve beni kendimi gördüğüm gibi gör,
          senin görmeyeceğin bir yerde mesken tutmayı seçtiğim için.”

Son yıllarda Türk Rock Müziği’nde epey gelişme oldu. Eskisi kadar takip edemiyor olsam da yeni yeni grupların ve albümlerin çıktığına tanık oluyorum. Ülkemizde pek çok konuda olduğu gibi insanlar dinledikleri müziğe de pek sahip çıkmıyorlar. Konu Türk grupları olunca, bu konuda daha açık fikirli davranmak gerektiğini düşünüyorum. Çoğumuz sevdiğimiz albümleri satın almayı aklımızdan bile geçirmiyoruz.  Oysa ki albümlerini ya da şarkılarını beğendiğimiz insanların, bu yolda bir adım daha atabilmeleri için albümlerinin satılması gerekiyor. Madem müzik yapamıyoruz ki çok iyi yapanlar da var, iyi olanları, sevdiklerimizi destekleyelim o zaman., ki devamı gelebilsin.

Ebru

03 Kasım 2010

Mısır Kahire

Kısa süreli Türkiye tatilimizin ardından evimizden ayrıldık. 2 saatlik uçak yolculuğuyla, gemiye katılmak üzere Süveyş Kanalı’na doğru yol aldık. Mısır’ın Kahire şehrine indi uçağımız.
    Gemiye katılmak üzere bizi karşılayan acente, bavullarımızla beraber bizi bir minibüse yerleştirdi. 3 saat süren yol boyunca şoför, aynı yolları döne döne bizi Süveyş yakınlarına ulaştırdı. Bu yol süresince hiç tabela görmediğimizi düşünecek olursak yine de büyük bir başarı kaydettiğini söylemem gerek.








 

25 Ekim 2010

Brezilya-Santos


28 günlük uzun bir seferin ardından Brezilya’nın Santos şehrine vardık. Gemimiz bir süre demirde bekledikten sonra limana yanaştı. Limana yaklaşırken büyük ve güzel binalar sıralanmış, büyük bir şehre vardığımızı işaret ediyordu.

Kısa bir süre için de olsa dün dışarıya çıkma imkanı bulduk. Limandan bir otobüse bindik ama elimizde sadece Amerikan Dolar’ı vardı. Bu yüzden şoförle anlaşmak biraz zor oldu. Nihayetinde biraz fazla para alarak bizi otobüse bindirdi. Otobüsün kapı geçişindeki garip turnike, güvensiz bir mekanda olduğumuz izlenimi verdi ama sonrasında öyle olmadığını görecektik.

20 Ekim 2010

Turkuaz O...


Bir süre bilet fiyatlarını protesto edip gitmediğimiz Turkuazoo ile sonunda tanıştık. Bir alışveriş merkezi içerisinde kurulan ilk akvaryummuş ve gerçekten görülmeye değer. Üstelik bir kaç kez. 

Babası tutkuyla dalmayı seven, her yıl aşkla tekneye koşan bir mavi yolcu olan ben, ironik olarak balıklardan korkarken, üç yanım balıklarla çevrili tünelden, bir kez daha geçmek istediğime göre, evet kesinlikle tekrar tekrar gidilebilir. Genelin aksine çok serbest bir ortam, saatlerce gezebilir, istediğiniz kadar fotoğraf çekebilirsiniz. Burada durmayın, şuradan geçmeyin, ona dokunmayın gibi levhalar yok. Oldukça bakımlı ve temiz bir ortam. Girişte yeşil bir perdenin önünde şaşkın bir fotoğrafınızı çektirip, çıkarken şaşkınca baktığınız yere bir köpekbalığı eklenmiş olarak alabiliyorsunuz. Deniz canlılarına dair belgesellerin gösterildiği bir perde ve hediye ya da anı olarak saklayacağınız çeşitli ürünleri alabileceğiniz bir satış bölümü var.


 

12 Ekim 2010

Singapur

Singapur küçücük bir ülke. Modern mimarisi ve konumu nedeniyle ismi cismini geçmiş de bir ülke aynı zamanda. Buradan geçerek Uzakdoğu’ya yol alan gemiler, genelde yakıt ve kumanya ikmalini buradan yapıyorlar. Hatta bu civardan geçilecekse gemideki personel değişimi de vize ve koşullar nedeniyle bu bölgeden yapılmaya çalışılıyor. Bu yüzden Singapur kıyılarını sıkça görmüştüm ama bu ikmaller limana yanaşmadan seyir esnasında, açıkta yapıldığından ilk kez Singapur’a ayak basıyorum.


Kısa süre kalacağımız için fazla vakit yok, biz de garip bir saatte çıkmaya karar veriyoruz: 23:00’te… Yol üzerinde gökdelenler, şaşalı binalar görünmeye başlıyor. Her bina ayrı ayrı ışıklandırılmış, hepsi birbirinden güzel. Bir tarafta kocaman bir dönmedolap var. Diğer yandaysa tepesine kocaman bir gemi oturtulmuş gibi duran üç bölmeli bir gökdelen Singapur’un tanıtımlarında da kullanılan yapıları. Bu binanın tepesindeki kısmın kumarhane olarak kullanıldığını söylüyor taksicimiz. Yazık ki karanlık bir saatte geçiyor olduğumuz için bu şehri pek fotoğraflayamadık.

04 Ekim 2010

Benim Patlıcan Yemeğim

Yemeklerin hep aynı şekilde yapıldığını söyler anneler, soğanları küp küp doğrayıp yağda kavurur, üzerine salça ekleyerek biraz karıştırır, sebzeleri ve üzerini geçecek kadar suyu ekleyip pişiririz. Doğru mudur? evet, ama zamanla yaratıcılık ve damak zevki bu sistemi ele geçirmelidir. Benim parlıcan yemeğimde böyle oldu, yeni baharatlar, sebzeler, süreler. Daha çok beğenilmeye başladığına göre artık paylaşabilirim dedim.




27 Eylül 2010

Tayvan-Kaohsiung

Tayvan’ın Kaohsiung Limanına geleli iki güne yakın bir süre oldu. Bu kısacık güzel şehir manzarasından sonra tam da yazımı yazarken kalkıyor gemimiz. Bu, suda yüzen demir yığınının makinesinin sesini Sevgili sayesinde işitiyorum.


Akşamüstü saat beş civarında yanaştı gemimiz limana. Kamaranın içinde otururken lumbuzumdan geçen şehir manzarası takılıverdi gözüme. Heyecanla giyinip fotoğraf çekmek için dışarıya çıktım. Bunları yazarken Einstein’ın görecelik kuramı geldi aklıma. Görecelik evet. Ben öylece kamaramda oturuyorum. Dört yanım deniz, bazen çarşaf gibi bazen de büyük dalgalarla manzaram oluyor mavilikler. Sonra birden şehir geçmeye başlıyor penceremin(lumbuz) önünden. Ben oturduğuma göre, geçen ya da gezen şehir olmalı.

14 Eylül 2010

Ne İşe Yarar Bu Sanat Dedikleri?

    Uzun süredir, sevdiğim şeyler hakkında düşünüyorum. Muhtemelen sürekli olan işimi bırakmış olmam ve her şeyi yapma arzusuyla dolup taştığım için yapmaktan hoşnut olduğum işlere vakit ayırabiliyor ve neden onları sevdiğimi düşünüyorum. Neden resim yapmak, yazı yazmak, üretmek istiyorum?
    Hayatımın kendimi bilip de elim kalem tuttuğu her döneminde muhakkak bir şeyler yazacak bir defterim olmuştur. Herhangi bir şeyi yazabileceğim ama mutlaka yazabileceğim kağıtlar… Pek çok zaman da bunlara sadece ben mi ihtiyaç duyuyorum diye de düşünürüm. Çünkü etrafımdaki insanlar kitap okuyor olsalar da genelde yazıp çizme ihtiyacı duymuyorlar. Peki ya bunlara ben neden ihtiyaç duyuyorum, bu bağımlılığımın sebebi nedir? Belirli aralıklarla sorduğum bu soruları bir süredir kendime sormadığımı fark ettim çünkü cevaplarımı bulmuştum. Yazmak, çizmek, sanata olan aşk… bunlar neden önemli, en azından benim için ne anlama geliyorlar?

06 Eylül 2010

Kore-Pohang

Türkiye’den Katar aktarmasıyla Kore’nin Seul şehrine indi uçağımız. Oradan İnchon limanına gemi acentesinin aracıyla geçtik. Normal şartlarda Kore, Türk vatandaşlarından vize istemiyor fakat uçak yoluyla gemiye katıldığımızdan geminin bulunduğu limandan bize şehre çıkış hakkı vermediler. Oysa altı ay kadar önce yine Inchon şehrine aynı nedenle gelmiş, beş gün otelde konaklamış ve çıkış problemi olmaksızın şehri dolaşmıştık.

31 Ağustos 2010

Poşetli Kedi ve Dikiş Kutusu

Çok plan az iş, yaz koşturmalarının, sıcağının getirdiği tatil hali. Bu kedi poşetliği uzun zaman önce düşünmüş, hatta bir tane yapmış ama geliştirerek bir tane daha yapana kadar eklemeyeceğim demiştim. Ve şimdi, aylar sonra bir tane daha yaparken, zamanın nasıl da çabuk geçtiğini fark ediyorum.

Bir yerlerde görmüşsünüzdür belki, bebek poşetlikler çok popüler olmuştu bir dönem, ama ben bendekini pek sevemedim, üstelik poşetlerde sığmıyordu. En sevdiğim iki hayvandan birinin görünümünü kullanarak, yeni bir poşetlik yapmaya karar verdim. Bu fikri mandal, pamuk ve düşündükçe akla gelecek daha bir sürü materyali düzenlemek, depolamak için de uygulamayı düşünüyorum. Aynı kumaşla yaptığım masa örtüsüyle çok yakıştılar, benzer renk tonları ve desenlerde önlük, eldiven ve tutacak yapılarak güzel bir takımda oluşturulabilir.
Dikimi çok çok kolay hatta birkaç saat içerisinde tamamen bitirilebilir ve her seferinde farklı özellikler, ayrıntılar eklenebilir.


23 Ağustos 2010

Türkiye Sirki ve Yalova'da Yaz

Yeni yeni keşfettiğim Yalova şehrini kısa süreli de olsa yaz mevsiminde görmek kısmet oldu. Türkiye’de kaldığımız iki haftanın bir haftası Yalova’daki evimizde geçti. Baharda gördüğüm sakin şehrin nüfusu bir anda üç katına çıkmış, canlanıvermişti.

Kuvvetle muhtemel İstanbul’a yakın olmasını fırsat bilen tatilciler, bazıları günü birlik olmak suretiyle şehrimizdeydiler. Plajlar ve sahil hiç görmediğim kadar doluydu. Evde kaldığımız o kısacık zamanda meydandaki Barış Manço Amfi Tiyatrosu’na Türkiye Sirki’nin geleceğini öğrendik ve son anda verdiğimiz bir kararla biz de gidelim dedik; “Görelim bakalım nasıl oluyormuş bu sirk dedikleri?”

16 Ağustos 2010

Bay Kuş - "Denemeden Önce İki Kez Düşünün"




Hatta belki de bir kaç kez daha... Ama değer mi? Evet!
"Arkadaşım" Ebru ile beraber geçen iki hafta, tüm güzelliklerinin yanında, yeni bir tasarımında oluşmasını sağladı. Baykuşlar, sevgimizi pekiştirdikçe her yerde karşımıza çıkar oldular. Evet neye ilgi duyuyorsak en çok onu algılarız ama bu gerçekten farklı bir hal aldı. Koskoca yük gemisine neden bir baykuş konsun ki?










06 Ağustos 2010

Orhan Pamuk Okumak

Orhan Pamuk kitaplarıyla tanışmam, lisedeki gönüllü bir ödevim sayesinde gerçekleşti. Edebiyat öğretmenim,
ödev olarak okumayı önerdiği birkaç kitap sayıp da saydığı kitapları okumuş olduğumu görünce daha kallavi bir kitap okumam gerektiğine karar vererek Orhan Pamuk’un henüz çıkmış kitabı “Benim Adım Kırmızı”yı önerdi.
    Benim Adım Kırmızı öyle güzel bir tarzda ve ayrıntılarla anlatılmıştı ki, neredeyse tarih dersini bile sevebileceğimi düşündüm. Anlatımın güzelliği ve konunun hoşluğu dışında, yazarın bilgi birikimine ve nakkaşları, resim sanatını aktarışlarına hayran oldum. Kitap da tıpkı kör bir nakkaşın elinden çıkmış kusursuz bir at resmi gibiydi. Öylesine güzel işlenmişti.
Yazık ki çok severek okuduğum ve kitaplığımın parçalarından birini oluşturmaya yeni başlamış bu güzel kitap okumak için ödünç alıp da geri getirmemiş, kim bilir hangi vurdumduymaz tanıdığın rafları arasında şimdi?

30 Temmuz 2010

Malezya - Kuala Lumpur




Yaklaşık yirmi gündür Malezya’nın Klang Bölgesindeyiz. Gemimiz açıkta demirli vaziyette tahliyede. Yani denizcilik tabirine göre “alarga”da. San Francisco’dan aldığımız hurda demir yükünü boşaltıyoruz. Burası Kaldığımız en uzun limanlardan biri oldu.

Gezilebilecek şehir merkezi demirlediğimiz yere biraz uzak olduğundan dışarıya çıkışlar gemiye gelen acente botu ile sağlanıyor. Bot, iki günde bir gemiye uğradığı için dışarıya çıkanların otelde kalması gerekiyor. Biz de öyle yaptık. İlk seferimizde yedi kişilik bir kadroyla gemiden ayrıldık. 1,5 saat süren bot seferimizin ardından trenin ilk istasyonu olan Pelamutan Klang’a ulaştık. Bu bölge aynı zamanda Endonezya, Singapur gibi yakın ülkelere feribot seferlerinin olduğu bir mekan. Bottan indiğimiz yer bu feribotların kalkış durağının yanındaydı.

Resim Sergisi


Malezya'nın Kuala Lumpur şehrinde Petronas Kulelerinin dibinde Suria KLCC adındaki alışveriş merkezini gezerken bir resim ve heykel sergisi gördük. Konusu savaş olan sergide hep aynı figür farklı boyut ve şekillerde resmedilmişti ve çok güzellerdi. Resimlerin benzeri demirden heykeller oldukça ürpertici ve etkileyiciydiler.
Bu güzel sergiyi gezerken telefonuma gelen, sergi ve resimlerle ilgili bilgi mesajlarını çok eğlenceli buldum. Yanımda fotoğraf makinesi olmadığı için fotoğraf kalitesi çok iyi değil.
Sergi Tarihi: 15.12.2009

23 Temmuz 2010

Amerika - San Francisco

Gemimiz Amerika’nın California Eyaleti’nden kalkalı iki hafta oluyor. Kalktığımız andan birkaç gün evveline kadar hava ve swell* yüzünden sürekli sallandık.

Bir yıl önce, aynı dönemlerde yine Amerika seferimiz olmuştu. Bu ilk seferde sadece New Haven (Connecticut)’da market alışverişi yapabilmiş ve New York’u karşıdan seyretmiştik. Şimdiki seferimizdeyse San Francisco’yu daha uzun görme imkanı bulduk. Golden Gate ile birlikte üç uzun köprüden geçerek Redwood Ctiy bölgesindeki limana yanaştık. Amerika’da vize uygulaması olduğu için 24 kişilik mürettebattan sadece 5 kişinin limandan dışarıya çıkma hakkı vardı.

11 Temmuz 2010

Ayn Rand-Hayatın Kaynağı

Hayatın Kaynağı kitabını ilk elime aldığımda hakkında hiçbir şey bilmeden elimde tutup, hasbel kader başlayıvermiştim. Basımı ve boyutlarıyla bende hala bir çikolata etkisi yapan bu kitap kendimi tanımayla karışık duygularla beni etkisi altına aldı. Düşünmeden diyebilirim ki bu kitap, hayatımın kitabıydı.


Elbette bu kitabı okuduğum dönemde üzerimde bıraktığı etkisi, beklentilerim ve o döneme ait duygularımın harmanıyla, başka bir zamanda okumuş olmamdan daha farklı olabilir. Bunu tam olarak bilemiyorum ama Hayatın Kaynağı’nın öncesi ve sonrasında okuduğum kitaplardan çok azı bende böyle bir etkiyi yaptı. Sayfaları çevirmekle içine girdiğim dünya tam da hayatıma yaymaya çalıştığım ve beklentilerimi bu yönde düzenlediğim küçük bir felsefe kıvılcımı gibiydi.

05 Temmuz 2010

Kore-Busan

Yeni bir hayata açılmış gemimizin kamarasında üçüncü gecemizdeyiz. Sevgili uyuyor bense gemiye katılışımıza kadar geçen zamanı düşünüyorum.

Türkiye’deki yoğun tempomuzun ardından 4 Ekim Pazar akşamı uçağımız Kore’nin Inchon kentine doğru yol aldı. Kırk beş dakika rötarla kalkan uçağımız 9,5 saat sonra şehre ulaştı. Bu şehri daha önceki seferimizde görme imkanımız olmuştu. Inchon’dan Busan’a gidecek uçağımız için bir süre havalimanında bekledik. Bir saatlik bir yolculuktan sonra Busan’a ulaştık.

28 Haziran 2010

Sevgiliye

Yaz geldi rehavetimden kurtuluyorum, kurtuldum, hey yavaşla diyorum. İnsan evrenden neyi isterse onu alıyor'u bir kez daha onaylayarak hızla geçen son bir kaç haftadan kalanlar...















18 Haziran 2010

Ispanya-Valensiya



Barselona’ya göre daha naif ve daha sakin olsa da, ilginç ve modern mimarisiyle, bir matador gibi selamlıyor sizi, İspanya’nın Valensiya’sı. Henüz inşaat halindeki yapılar bu halleriyle bile yeterince şaşaalılar. Mimari bir gözle inceleme yetimiz olmasa bile, binalara bakarken, bu yapıların özel bir mimari teknik kullanilarak tasarlanmadigini dusunduk. Gösterişli oluşlarının altında, yeterli maddi imkana sahip olmalarinin yattığını düşündük. Tabi bu sadece kendimizce yürüttüğümüz bir fikirden ibaret.

06 Haziran 2010

Çalıkuşu

Tiyatro izlemek, sanatın her dalında olduğu gibi gönlüme taht kurmuş etkinliklerden biri. İlk tiyatro biletimi bana yengem almıştı ama maalesef babamla gittiğimiz oyuna geç kaldığımız için girememiştik. Bu bir çocuk oyunuydu.


Okulları dolaşan tiyatro oyunlarını saymazsak gerçek anlamda tiyatroyla tanışmama neden olanlarsa ablalarımdır. Bu konuda şanslı bir çocukluk dönemim oldu. O sıralarda bu benim için oldukça doğal bir olaydı. Ablalarımın üniversite yılları benim ilköğretim dönemime denk geldiği için onların kültürel etkinliklerinin bir kısmından bolca yararlandım. Bu nedenle onlara şükran borçluyum. Onlarla birlikte yaşıtlarımın belki de sonrasında bile gezmedikleri müzeleri gezip tiyatrolar izledim.

31 Mayıs 2010

Yunanistan-Pire-Selanik


Yunanistan Ege kıyılarımızın aynalanmış hali gibi, özellikle Selanik sahili, İzmir sahilimizle benzer nitelikler taşıyor. AB ülkesi olmasına rağmen bazı konularda ülkemizden pek bir farkı yok; taşmış çöp kutuları, yaya geçidini tanımayan şoförler ve kırmızı ışığa her zaman uymayan yayalar...

25 Mayıs 2010

Yaza Merhaba Diyen Pareo ve Çantalar

 "Sıcak çok sıcak daha da sıcak olacak beni severseeeen..." *
Yazın gelişi kelebeğin kozadan çıkıp kanatlanışının en görkemli anı gibi... Yemyeşil ağaçların, rengarenk çiçeklerin, sabahları sesleriyle uyandığımız kuşların vakti geldi. Ve tabi gezi planlarının, tatil özlemlerinin umutlarının da... Bir de yazlıklar ve kışlıklarla boğuşmak var, ayrı bir yazı konusu olarak kullanmadığınız her şeyden kurtulun derim özellikle yaza başlarken.

17 Mayıs 2010

Gece- Bilge Karasu

Bu kitabı anlatmaya dilim varır mı ya da kelimeleri bir araya getirisem anlatılana biraz olsun yaklaşabilir miyim bilmiyorum. Ne anladığımı sorsanız tam olarak ağzımda bıraktığı tadı anlatabileceğimden de emin değilim.

Bu öyle bir kitap ki, paralel bir evrende hiç anlatılamayacak olayların dünyamız dilinde simgesel aktarımı adeta. Kendinizi bir anda tam idrak edemediğiniz ve garip bir şekilde anladığınızı hissettiğiniz bir imge denizinde buluyorsunuz. Yüzümde hafif bir tebessümle uzun zaman önce okuduğum bu kitabı rafta gördükçe hala beni çağırdığını hissediyorum.

10 Mayıs 2010

Mutfak Düzenleyicisi (Organizer)


Uygun fiyata alınabilecek kumaşçı seçeneklerinden bir başkası da Yalova’da bulunan ve kilo ile kumaş satan bir dükkan. Yalova’ya yeni yerleştiğim ve artık malzemelerimi buradan elde ettiğim için Yalova’daki mekanları tarif etmek gereği duyuyorum.

Eski bir İstanbul’lu olarak güzel şehrimin Yalova gibi sakin bir kente yakın bir mesafede olması benim için ayrıca bir avantaj. Yine de diyebilirim ki aksesuar cenneti olan Eminönü- Mahmutpaşa civarını saymazsak Yalova’da çeşit çeşit ve ucuz kumaş bulabiliyor olmak oldukça güzel. Gelelim yakınımdaki kumaşçıya.

02 Mayıs 2010

Yeğenimin Elbisesi


Evime yeni alıştığım şu günlerde hafta sonunda ablamların ziyaretini haber alır almaz, dikiş kariyerimin(!) başlangıcı olarak yeğenime kendi yaptığım bir hediyeyi sunmalıyım diye düşündüm. Yalova’da cumartesi günleri kurulan pazara atıverdim kendimi.
 Eğer bu bölgeye yakınsanız ve kumaşlara, dikişe ilginiz varsa, Yalova pazarını tavsiye ederim. Pazarın bir kısmında az da olsa her pazarda bulunmayacak kumaşçı tezgahları bulunuyor. 1-3 metre uzunluğunda değişen kumaşları yine 1-3 TL fiyatlara bulabiliyorsunuz. Tahmin edeceğiniz gibi bunlar kumaşçıların kalan parçaları, bazılarında küçük defolar var ama pek çoğu işinizi görebilir nitelikteler.

26 Nisan 2010

İspanya-Barselona

Çok güzel bir şehirdeydik dün; sanatın, mimarinin, düzenin ve mutlu Akdeniz insanının şehrinde; İspanya limanları içinde en güzellerinden biri olarak anlatılan Barselona’ydık. Limana yanaşma saatlerimiz el verdi ve dışarıya adım attık.


Şehir merkezine ulaştığımızı Christoph Colomb heykelinden anladık. Sahili takip ederek yürüdük ve yürüdükçe şehir bizi içine çekmeyebaşladı.


Canlı bir sahil kasabasının büyük bir kent ile karışımından oluşmuş bir mekanın içinde hem tatil yapıyor gibi hem de göz zevkimizi tatmin ederek ilerledik.

Gösterişli heykeller, geniş meydanlar, ilginç köprüler, büyük alışveriş merkezleri ve çok güzel binalar arasında dolaştık. Barselona’da görülmesi gerekli yerlerdenbiri de Gaudi’nin yapmış olduğu büyük bir katedraldi, fakat bulunduğumuz yere biraz uzak olduğu için kısa bir kararsızlıktan sonra oraya gitmekten vazgeçtik.


Saatin biraz geç oluşu yüzünden kapanmış olabileceğini düşündük. Katedrali karşıdan görsek bile içine girememe ihtimalimiz vardı.

Üstelik bulunduğumuz mekanı da tam anlamıyla gezememiştik. Katedralin fotoğraflarını kartların ve turistik amaçlı satılan eşyaların üzerinde gördüğümüzde bu yapının insan eseri olamayacağını geçirdik aklımızdan. Muhteşem görünüyordu.


İstiklal caddesine benzeyen geniş bir caddede yolumuza devam ettik. Burası; hem trafiğe açık olacak kadar hem de orta kısmının kalabalık insan grupları için rahatça yürüyebileceği ve sağlı sollu bar- kafeler sığabileceği gibi genişti. Sadece yürümüş olmanın bile insanın eğlenmesine yettiği bir caddeydi.


Her adım başında farklı ve enteresan kostümlerle, önlerinde para kutularıyla dikilen, dans eden şov ve sihirbazlık gösterileri yapan insanlar, palyaçolar, ressamlar, üç dakikada karikatürünüzü çizen karikatüristleriyle capcanlı ve sanat dolu bir mekan.


Cadde boyunca bu saydıklarımdan birinin başında toplanmış gülümseyen ve alkışlayan insanlar. Bunlar içinde en çok ilgimizi çeken karikatürist ve elinde oynattığı bir kafa ile şarkılar söyleyip insanlarla atışan kuklacıydı.


Bu güzel gezimizi saatin nasıl geçtiğinin farkına varmadan ve mütemadiyen yürüyerek tamamladık.

Şehrin içinde de pek çok Türk’le karşılaştık. Dönüş yolunda bindiğimiz taksici nereli olduğumuzu öğrendikten sonra Türkiye’nin AB’ye girip giremeyeceğiyle alakalı bir muhabbet açtı.





Bu arada fiyatların bu ülkede de yüksek oluşunu söylemeden geçemeyeceğim. Örneğin Türkiye’de 1-2 TL’ye alabileceğiniz bir magnet burada Türk Lirasıyla 7TL’ye satılıyor. Diğer ürünler de bu oranda pahalılık gösteriyor.

Şimdiyse Yunanistan’ın Pire’sine doğru demir aldık ve

önümüzde yaklaşık 3 günlük bir sefer var. Bambaşka kültürleri farklı gelenekleri ve yaşam felsefeleriyle, insan topluluklarının düzenlerinde bir yapbozun parçalarını oluşturuyoruz.










30 Mayıs 2009 Cumartesi

Ebru