30 Temmuz 2010

Malezya - Kuala Lumpur




Yaklaşık yirmi gündür Malezya’nın Klang Bölgesindeyiz. Gemimiz açıkta demirli vaziyette tahliyede. Yani denizcilik tabirine göre “alarga”da. San Francisco’dan aldığımız hurda demir yükünü boşaltıyoruz. Burası Kaldığımız en uzun limanlardan biri oldu.

Gezilebilecek şehir merkezi demirlediğimiz yere biraz uzak olduğundan dışarıya çıkışlar gemiye gelen acente botu ile sağlanıyor. Bot, iki günde bir gemiye uğradığı için dışarıya çıkanların otelde kalması gerekiyor. Biz de öyle yaptık. İlk seferimizde yedi kişilik bir kadroyla gemiden ayrıldık. 1,5 saat süren bot seferimizin ardından trenin ilk istasyonu olan Pelamutan Klang’a ulaştık. Bu bölge aynı zamanda Endonezya, Singapur gibi yakın ülkelere feribot seferlerinin olduğu bir mekan. Bottan indiğimiz yer bu feribotların kalkış durağının yanındaydı.








Trenle yaptığımız bir saat on dakikalık yoldan sonra Malezya’nın başkenti olan Kuala Lumpur şehrine ulaştık. Burası aynı zamanda bir süre öncesinin en yüksek binaları olarak bilinen Petronas Kuleleri’nin bulunduğu yerdi. Trenden indikten bir süre sonra kulelerle karşılaştık. Bu kuleler 1998 yılında yapılmış, büyük bir kısmında ofisler bulunuyor ve son yirmi katında zengin iş adamlarının ikamet ettiği 88 katlı iki gökdelenden oluşuyor. Tren sonrasında bir süre gözlemde bulunup eşyalarımızı bırakacak bir otel arayarak dolaştık. Gemiden öğle saatlerinde ayrıldığımız için Kuala Lumpur’a varışımız saat 4’ü bulmuştu.




Nihayetinde Chinatown denilen bölgenin çok yakınında bir otelde kalmakta karar kıldık. Otel ve yemek ihtiyacımızı karşılamak neredeyse o günü tamamlamamıza yetti. Akşam saatlerinde gezintimize başladık. Bu yakınlarda en dikkat çekici olan ve yakınımızda bulunan mekan Jalan Petaling adındaki sokaktı. Bu sokak iki yanında ve ortada sık tezgahların kurulduğu tamamını Çinlilerin oluşturduğu üzeri çadırlarla kapalı Pazar kıvamında bir çarşıydı. Tişörtler, çantalar, kimonolar,  alabildiğine imitasyon saatlerin ve turistik süs eşyalarının satıldığı bu Çin pazarında her turistik bölgede olduğu gibi şişirme fiyatlar söz konusu. Sıkı bir pazarlık sonucu size söylenecek fiyatın üçte biriyle istediğinizi almak mümkün.



Malezya’nın para birimi Ringgit. Oldukça gelişmiş bir ülke ve hayat gayet ucuz. Bu bölge kısa süreli muson yağmurları hariç yılın neredeyse tümünü yaz mevsimi olarak yaşıyor.  Yolculuğumuz sırasında da hava oldukça nemli ve sıcaktı. Fakat girdiğiniz her dükkanda yoğun bir klima soğuğu var. Bu insanların nasıl olup da hastalanmadıklarını hayretle karşılıyorum. Bir anda dökülüveren yağmur sizi birkaç dakikada sırılsıklam yapıyor ama insanlar ne şemsiye ne de yağmurluklarla dolaşıyor. Ayaklarında parmak arası terliklerle korunmasız olarak gayet doğal görünüyorlar. Sanki o yüksek binaların arasında dolaşan onlar değiller. Burada kaldığımız günlerde hemen hemen her sabah yağmur yağdı.




İlk izlenimim olarak buraya göç eden yabancılar sandığım Hinli ve Çinliler daha sonra anladım ki Malezya toplumunun kendisini oluşturuyorlar. Aynı zamanda bu karışık ve dinleri birbirinden farklı insanlar burada gayet huzurlu ve uyum içinde yaşıyor. Bir tarafta oymalı ve süslü bir Hint Tapınağında insanlar ibadet ederken, yandaki Budist tapınağının tütsü kokusu geliyor burnunuza, aynı anda bir başka yönden de ezan sesi duyuluveriyor. Başı örtülü Müslüman bayanlardan alnı dövmeli küçük Hintli çocuklara, yöresel kıyafetleriyle dolaşan farklı pek çok insana rağmen uyum içinde yaşayan bu topluluk sizi de garipsemiyor.


Hint Tapınağı üzerinde, Beyazıt Öztürk'e benzediğini düşündüğümüz bir figür:



Etrafta pek çok turist var. Buranın halkı bu duruma oldukça alışmış. Bu sebeple halkın neredeyse hepsi kendi dilleri olan Malayca haricinde İngilizce de biliyor. Neredeyse diyorum ama biz İngilizce bilmeyeniyle hiç karşılaşmadık. Gezimiz sırasında pek çok cami gördük. Bu camiler kubbeleri bizimkilerden çok daha işçilikli ve oldukça gösterişli camilerdi. Sonrasında Hindu tapınağında bir ayine denk geldik. İnsanlar ellerindeki hindistancevizinin üzerine şekere benzer kokulu bir tütsü yakıyor sonra da derin bir tası andıran alana fırlatarak parçalıyorlar. Bahçede yaptıkları bu eylemden sonra ayakkabılarını çıkarıp içeriye giriyorlar, biri zurnaya benzer bir aleti üflüyor, bir başkası da davul çalıyor, ayini yürüten kişi de dualar mırıldanıyor ve insanlar kapalı alanda dönüyorlar. Sonra ortaya meyve tabakları getiriliyor ayinde bulunanlara dağıtılıyor. Aynı zamanda içerideki görüntü kapının üzerindeki LCD ekranda seyrettiriliyor. Modern hayatın karıştığı bir ayindi bu. Diğer taraftan gezdiğimiz iki Budist tapınağından birinin kapı girişinde kocaman bir para kasası, Buda heykeli altından sırıtıyor. Bunun ne olduğunu tam anlayamadık, sanırım bazı camilerdeki yardım toplama hadisesi burada da vuku bulmuş. Yolda yürürken karşımıza çıkan saçı kazınmış, rahip kıyafetleri içinde turuncu urbalı bir Budist elindeki kitapçıkta tapınağa yapılan yardımları gösteriyor. Anlaşılıyor ki bu bölgede de dünyanın her yerinde olduğu gibi inanışlar ve uygulanma koşulları insanların elinde maddesel ve sözde modern bir hale bürünmüş.

Günümüzün budası, önünde bir kasayla:


Bonsailer de bir harika:




Kuala Lumpur’a iki kez geldik ve her seferinde de iki gece otelde kaldık. İlk geldiğimizde Jalan Petaling’i dolaşmadan önce kalacak bir otel ayarladık. Turistik bir mekan olduğu için adım başı otel var. Otele çantalarımızı bıraktıktan sonra yakın çevreyi dolaştık. Her zaman olduğu gibi yol üzerlerine taşmış lokantalarda insanların ne yediklerini hem merak ettik hem de saçtıkları kokuları yüzünden tatmaya cesaret edemedik.

Şehrin içindeki metro yüksek zeminiyle, hızlı ve konforlu:



Sabah olduğunda ilk işimiz pasaportlarımızın tarihini uzatmak için Türk Konsolosluğu’na gitmekti. Anlaştığımız bir taksiciyle tüm konsoloslukların bir arada olduğu bir sokağa geldik. Konsoloslukta gülümseyerek ve ilgiyle karşılandık. İşlemlerimizle ilgilenen memurlardan biri bize gemimizi sordu. Onlarla kısa bir sohbet ettik. Konuştuğumuz bayan iki yıl önce eşi ve iki çocuğuyla buraya yerleşmiş. Yolculuk masrafları hayli yüksek olduğundan iki yılda bir Türkiye’ye ziyaret gerçekleştirebildiklerinden bahsetti. Buraya kolay alışıp alışamadıklarını sorduğumuzdaysa Malezya’nın yaşam anlamında rahat bir ülke ve kolay alışılabilinecek sıcak bir yer olduğundan bahsetti. İşlemlerimizi hallettiğimizde bizi selamlarla uğurladılar. Taksi bulması zor bir yerde olduğumuz için, bir yere kadar yürümeyi tercih etmiştik ki bir araç bizim için durdu. Malezyalı bir Müslüman’dı ve bizi büyük bir alışveriş merkezinin önüne kadar bıraktı. Berjaya Times Square ismindeki alışveriş merkezini şöyle bir gezindik ancak her yerde olan bu klasik alışveriş merkezi bizi gezinti anlamında pek tatmin etmediği için kısa süre sonra buradan çıktık. Bu yer, Bukit Bintang diye adlandırılan bölgeydi. Berjaya Times Square’in karşı sokağında 5 katlı elektronik mağazası ve onun biraz ilerisindeki daha sevimli ve yöresel mağazaların bulunduğu bir başka alışveriş alanını ikinci gelişimizde daha ayrıntılı olarak gezecektik. 

Bir Türk Lokantası:


Bukit Bintang’dan Maharajalela istasyonuna cadenin üzerinden yol alan metro ile döndük. Burası Çin mahallesine ve otelimize yakın olan istasyondu. Oradan Central Market’e yürüdük. Central Market’in içinde elde oyulmuş biblolar, heykeller, kumaşlar, resimler, boyamaların olduğu kısaca turistik amaçlı süs eşyası satan dükkanların oluşturduğu tek katlı bir alışveriş alanıydı. En güzel kısmı da yorgunluğumuzu gidermek üzere yaptırdığımız balıklarla ayak masajıydı. Her ne kadar küçük balıkların ayaklarımıza dokunuşlarına alışmak zor olsa da sonrası çok keyifliydi. Canlı bir huzur hali içinde Central Market’ten çıkıp Chinatown’a doğru ilerledik. Akşam saatlerinde kurulan bu sıkışık pazarı ayrıntısıyla dolaştık.

Central Market'te yaptırdığımız balık masajı, alışılması zor bir huylanma hissine rağmen çok rahatlatıcıydı:



Otelde kaldığımız ikinci gecenin sabahında, erkenden kalkıp trene yetiştik ve son durakta acenteyle buluştuk. Dönüş botumuz gelirken bindiğimiz bottan daha konforlu ve serindi. İkinci Kuala Lumpur turumuz ilkinden bir hafta sonra gerçekleşti. Aynı yollardan ulaştığımız şehirde bu sefer başka bir otel bulduk ve farklı olarak; yağmura daha az yakalandık, üşütmedik, geleneksel tatlara yakın yiyecekler yapan bir restourantta yemek yemeye karar verdik. Patates püresi ve kumpire çok benzeyen tavuklu yemek benim için lezzetliydi fakat diğerlerinin seçtiği makarnalar soslarından ötürü aç kalmalarına neden oldu. Denediğimiz farklı lezzetlerden biri hindistancevizinden yapılan şekerlemeydi. Oldukça sevdik.  Diğerleriyse “mangosteen, duku” ve daha önce Endonezya’da yediğimiz “rambutan” meyvesiydi. Öğrendik ki rambut saç demekmiş, “rambutan” da saçlı anlamına geliyormuş. Bu meyveler her ne kadar birbirlerinden çok farklı görünüyor da olsalar hepsi de sert kabuklu, çekirdekli ve jölemsi. Üstelik tatları da birbirlerine yakın sayılabilir. Aralarında en çok sevdiğim rambutan oldu. Bir de yemediğimiz ama hakkında okuyup paketli halde gördüğümüz “yıldız meyvesi” vardı. Okuduğumuz kadarıyla çok lezzetli değilmiş ama çok sevimli bir görünümü var.

Rambutan:

Duku :



Magosteen:

Bolca yediğimiz hindistancevizi şekerlemesi:



Malezya’da telefon hatları konuşma ve internette de ülkemizden çok daha ucuz. Sanırım telefon konusunda gördüğümüz en pahalı yer Türkiye. Burada lens, lens solüsyonu ve gözlük fiyatları da Türkiye’den oldukça ucuz. Şöyle bir örnek verelim; ülkemizde yola çıkmadan önce aldığımız lens solüsyonunun fiyatı 26 TL iken, burada 6 TL civarında satılıyor. Gerisini siz düşünün, Kore ve Amerika’da da buna yakın fiyatlar gördük. Böylesine bir farkı neresinden hesaplasak ortaya çok yüksek kar payları çıkıyor.
Geldiğimiz bu ikinci seferimizde Petronas Kulelerini daha yakından görme fırsatı bulduk. Kulelerin dibinde Suria KLCC adındaki alışveriş merkezini gezerken bir resim ve heykel sergisi gördük. Konusu savaş olan sergide hep aynı figür farklı boyut ve şekillerde resmedilmişti ve çok güzellerdi. Resimlerin benzeri demirden heykeller oldukça ürpertici ve etkileyiciydiler. Gezdiğimiz bu mekanlar dışında şehirde görülmesi gereken kelebek ve kuş parkları mevcut. Buraları dolaşacak zamanımız kalmadı.
Resim sergisi fotoğraflarına bu linkten ulaşabilirsiniz.


Gemimiz iki gün sonra bu limandan da yol alacak. Bu bizim için oldukça güzel ve uzun bir liman gezintisi oldu.

Ebru
17 Aralık 2009
 

Hiç yorum yok: