14 Eylül 2010

Ne İşe Yarar Bu Sanat Dedikleri?

    Uzun süredir, sevdiğim şeyler hakkında düşünüyorum. Muhtemelen sürekli olan işimi bırakmış olmam ve her şeyi yapma arzusuyla dolup taştığım için yapmaktan hoşnut olduğum işlere vakit ayırabiliyor ve neden onları sevdiğimi düşünüyorum. Neden resim yapmak, yazı yazmak, üretmek istiyorum?
    Hayatımın kendimi bilip de elim kalem tuttuğu her döneminde muhakkak bir şeyler yazacak bir defterim olmuştur. Herhangi bir şeyi yazabileceğim ama mutlaka yazabileceğim kağıtlar… Pek çok zaman da bunlara sadece ben mi ihtiyaç duyuyorum diye de düşünürüm. Çünkü etrafımdaki insanlar kitap okuyor olsalar da genelde yazıp çizme ihtiyacı duymuyorlar. Peki ya bunlara ben neden ihtiyaç duyuyorum, bu bağımlılığımın sebebi nedir? Belirli aralıklarla sorduğum bu soruları bir süredir kendime sormadığımı fark ettim çünkü cevaplarımı bulmuştum. Yazmak, çizmek, sanata olan aşk… bunlar neden önemli, en azından benim için ne anlama geliyorlar?

    İlkokulda yazdığım şiirlerden oluşan bir şiir defterim var. Oldukça komik ama gelişim sürecim açısından bir o kadar da önemli. Kitap okuma alışkanlığı edindikten sonra her zaman okuduğum kitaplara ait bir listem olmuştur. Oraya, okunmuş bir kitabı not almak öyle güzeldir ki adeta bir ritüeldir. Kapağını kapattığım kitaba en azından ismini bir yere yazarak kendimce bir değer kazandırmaktır, o yüzden de kutsaldır. Şiir defteri ve okumalardan sonra benim için ikinci kutsal şey günlük tutmaktı. Tutmaktı diyorum çünkü o zamanlar her gün olmasa da iki günde bir yazdığım sayfaları bir süre sonra vakitlerinin dolduğunu düşünüp yırtıp atım. Biriktirmeye olan zaafımdan da böylelikle vazgeçtim Böylece geçmiş duygularım olduğu yerde dururken yazı alışkanlığım da farklı bir forma büründü.
Çizmekse işin bir başka yüzü. Yazıdan ayrı olarak çizmek, yapılması zorunlu bir davranış gibi kendiliğinden gelen bir istekti. Canım istediğinde bir şeyler karalamak, çizgi karakterleri kopyalamakla başlayan bu etkinliğim zamanla bağlılık oluverdi. Benim için doğal halde gelişen bu ilgi alanları, sonrasında “ilgi alanları” olduğunu öğreneceğim herkesin yapmadığını anladığım davranışlar halini aldı.
Bu yazı bu paragrafla beraber çok farklı bir yöne doğru ilerleyecek ama sonunda başıyla birleşeceği umudunu taşıyorum. İnsanın hayata bakışını, yaşama karşı hissettiklerini bilmeden “ilgi alanları” denen ekstralarını anlamak bana göre eksik bir düşünce olur. Basit görünen davranışlarımız ya da sevdiğimiz şeyler, içinde yaşayıp büyüttüğümüz düşüncelerimizin ve kurgularımızın, daha doğrusu yaşama nedenlerimizin birer parçaları.
Ben doğayı seviyorum evet her insan gibi bu dünyanın kendini içindeki tamlığının, kendinden kendini yaratan evreninin hayranıyım. Dünya bize diyor ki;
“siz benden parçalarsınız, duygularınız ya da egolarınızı işin içine karıştırarak bu bütüne verdiğiniz zarar ancak kendi dar fikrinizce sizin için iyiymiş ya da karlıymış gibi görünebilir. Bir başka diyarda ölen çocukların, açlıktan kırılan insanların ahları da bir bütünün parçaları olduğunuz için sizin üzerinizde. Yanlış yönlendirdiğiniz bencil duygularınız yüzünden adaletsiz olan ben miyim, tanrı mı, yoksa ayrı varlıklar olduğunun yanılgısıyla bencilleşen insanlık mı?”
İşte böyle bir dünya üzerinde kendimizce yol alırken ne için yaşıyoruz sorusuna kutsal kitaplar “Tanrı bilinmek istedi” diyor. Bilinmek istemek! Bir bilinç yaratıp o bilinç tarafından görülmek tadılmak, hissedilmek, yaşanılmak…
Peki ya bizler süre gelen hayatlarımız içinde “neden yaşıyoruz” sorusuna verdiğimiz cevaplardan sonra her şeyi unutup akışkan bir hayatın içinde şatlı bir refleks gibi bilip bilmeden yaşarken, hep böyle mi devam etmek istiyoruz? Bize bahşedilen bilinci geliştirip, daha farkında ve yaşadığımız hayattan zevk alırken onun bilincinde olarak kendini geliştiren bireyler olmak istemiyor muyuz? Çoğu zaman düşüncesiz bir tembellikle bu soruya “hayır” cevabı veriyoruz. Bu bilinç benden çok uzaklara gitmişken ben de bunu yapıyorum. “Böyle iyi, hem gelişmek de ne demek” diyorum. Diyorum ama bir an geliyor ki her şeye gark olmuş bir haldeyken bir şeylerin eksikliğini duyuveriyorum. Kendimle ilgili çözemediğim bir şeyler mi var?
Böyle hissetmemi nedeni, insan olarak kendimizi her gün tanımaya ve geliştirmeye ihtiyaç duyuyor olmak. Hayat sürekli yükselirken evren yılları içinde küçücük bir zaman dilimi bazen bize uzun ve acılı geliyorsa gelişmeye ihtiyacımız var demek oluyor. ….. yasaları, gelişim grafikleri bence hep bununla ilgili. Bu hayatta deneyimler edinerek kendimizi tanımaya ve gelebildiğimiz en üst insan noktasına erişmeye ihtiyacımız var. Bu ihtiyaç aslında sosyal konum ya da dünyasal birikimle ilgili şeyler değiller. İşte o yüzden küçük bir köydeki çiftçi, büyük şehirdeki bir müdürden çok daha mutlu. Kendince kendini çözmüş, mutlu olmayı ve hissetmeyi başkalarının değerlerine bırakmamış. Sadece kendisi için içselliğini geliştirecek bir yol bulmuş herhangi biri, bu dönemin dervişi olabilir benim gözümde.


İşte bu hayat sarmalı içinde günlük tutarak, yazılar yazarak, dilimin ucunda söyleyemediklerimi çizip, yaşadığım eve, ortama ve her türlü araca aktararak kendimden kendime bir bağ kuruyorum. O bağın içinde sadece kendim var. Tüm sevdiklerimi, sevmediklerimi ve düşlerimi yansıtıp tekrar tekrar düşünmeme sebep olan bir bağ var. Yazıyorum… kendimi bazen başkası yazıyor, çiziyor, hissediyormuş gibi aktarımlar yaparken buluyorum. İşte onlar düşüncelerimin ve kendi yaşamımın kendim için ifşa edilmesi. Ben de bilinmek istiyorum. Duvarıma astığım bir tablo ya da saat seçiminde, başkasından ayrılan damak zevkinde bile kendime bildirmek istiyorum kendimi. İşte ben kendimce tam ve iyi insan olmak yolunda böyle bir gelişim yolu seçmişim bilerek ya da farkında olmayarak.
 Her ne olursa olsun sanat da insanlar için bir gelişim sürecini ya da aslında aşinası olup da su yüzüne çıkarmadığınız için ilgilenmediğiniz bir duygunuzu size bildirerek çok güzel bir amaca hizmet ediyor. Normalde çok çirkin bulacağınız bir yüzü bir fotoğrafçı öyle bir açıdan öyle güzel bir ışıkla fotoğraflıyor ki işte onun içinde gelişiyor olan güzellik bir başka insanda bambaşka bir duyguyu açığa çıkarıyor. “Ne kadar güzel diyorum” belki gözlerim doluyor karşımda gördüğüm şeye. Bir ressamın her gün gördüğüm bir görüntüyü tuvaline nakşedişi yine bambaşka bir duyguyu harekete geçiriyor. Başka hayatları kendimizde buluyoruz o an. Çok sıkıcı bir hayatı olduğunu söyleyen bir insan, kendi hayatını sevdiği bir yazarın kalemiyle okuyor olsaydı eminim ki bilmeden o hayatın içinde yaşamak ister bilmediği kendi hayatına hayran olurdu. İşte bu yüzden sanat bu kadar değerli ve önemli. Önemli olan kendi hayatımızla ilgili bakış açımızdır. Bir başkasının gıpta ettiği hayat aslında bizim içimizde ifşa olduğu için bu kadar güzel.
Her şey, öncelikle küçücük bir düşünceden ibaret. O düşünce ne zaman kelimelere dökülür, bir kalem ucundaki çizgi olur, fantastik bir romanda gülüp geçeceğimiz fikirler yarın olur başka akıllara ışık olup tüm insanların hizmetine sunulur. Önce “bilme, fark etme”, sonra düşünce, ardından ifşa etme ki bu benim için sanat ve ona giden yollarla mümkün, sonra maddeye dökerek kendi hizmetimize sunup gelişimimize katıda bulunmak gelir. İşte sanat benim için var oluş adına çok değerli ve bu nedenle önemlidir.
19.06.2010
Ebru

Hiç yorum yok: