Çok plan az iş, yaz koşturmalarının, sıcağının getirdiği tatil hali. Bu kedi poşetliği uzun zaman önce düşünmüş, hatta bir tane yapmış ama geliştirerek bir tane daha yapana kadar eklemeyeceğim demiştim. Ve şimdi, aylar sonra bir tane daha yaparken, zamanın nasıl da çabuk geçtiğini fark ediyorum.
Bir yerlerde görmüşsünüzdür belki, bebek poşetlikler çok popüler olmuştu bir dönem, ama ben bendekini pek sevemedim, üstelik poşetlerde sığmıyordu. En sevdiğim iki hayvandan birinin görünümünü kullanarak, yeni bir poşetlik yapmaya karar verdim. Bu fikri mandal, pamuk ve düşündükçe akla gelecek daha bir sürü materyali düzenlemek, depolamak için de uygulamayı düşünüyorum. Aynı kumaşla yaptığım masa örtüsüyle çok yakıştılar, benzer renk tonları ve desenlerde önlük, eldiven ve tutacak yapılarak güzel bir takımda oluşturulabilir.
Dikimi çok çok kolay hatta birkaç saat içerisinde tamamen bitirilebilir ve her seferinde farklı özellikler, ayrıntılar eklenebilir.
Kedicik iki parçadan oluşuyor, kalıpsız bile yapılabilir çiziminiz iyiyse. Benim ilk yaptığım kediciğin kafası gözüme küçük geldiği için, eski kalıba birer santim ekleyerek büyütmek oldu. Küçük bir tatlı tabağına iki kulak ekleyerek kalıp çıkarılabilir kafası için, gövdesi içinse büyükçe bir tencere kapağıyla.. Ardından kumaşın tersine kalıpları yerleştirip, sabunla üzerine çizdikten sonra dikiş payı bırakarak kestim.
Gövdenin ön yüzüne poşetleri koymak için 20cm uzunluğunda 2-3cm genişliğinde bir cep açtım, kesilen kısımları içe katlayıp arkadan aynı kumaştan biyeyle sağlamlaştırdım ve su taşı ekleyip teyelledikten sonra hepsini makinede diktim. Gövdenin arkasına da duvara asabilmek için, su taşından bir askı yapıp, kumaşla üzerini kapatarak diktim. Su taşı yerine, kumaşın kendisinden yapacağınız yada uygun renkte hazır satılan biyelerden kullanılabilir. Altını poşetleri almak, üst kısmını kediciğin kafası ile birleştirmek için açık bırakarak makineye çektim. Alt kısmı 2cm içe katlayıp diktikten sonra lastik geçirdim.
Kediciğin kafasına göz, burun ve bıyıkları ekleyerek, boyun kısmını gövde ile birleştirmek için açık bırakıp, tersinden diktim. Kolay ve düzgün dönmesi için, sık aralıklarla çıt atarak düzünü çevirip, küçük elyaf parçalarıyla doldurdum. Son olarak gövdenin üst kısmına boyun bölümünü yerleştirip, diktim ve kedicik bitti. Böyle bile çok güzel ve çok kullanışlı ama hem dikişleri kapatmak, hem de görüntüyü hareketlendirmek için boynuna bir papyon, poşet koyma cebinin altına da düğmeler diktim.
Bu işlemler esnasında da işte bu dikiş kutusundan ipler alıp kullandım. Günlük bir gazete okul döneminin başlamasına yakın, bir boya setinin her gün bir parçasını vermeye başlamıştı. Biz sadece bu kutuyu aldık, bir süre fırçalarım ve boyalarımı saklamak için kullanmıştım ama boyutu pek yeterli gelmediği için, bir köşede öylece durdu uzun zaman. Geçenlerde özellikle ipleri birbirine karıştığından, masuraları saklamak konusunda sıkıntı yaşayınca, tekrar işe yarar oldu.
Önce masuraları, iplikleri kutuya dizdim, sonra marketten aldığım çöp şişler geldi aklıma ve masuraları onlara dizerek kutuya yerleştirdim. Aralarını bölmek için mukavvadan parçalar kesmeye, içini kaplamk için malzeme aramaya başladığımda ise başa dönüp daha ayrıntılı çalışmaya ve yaptıklarımı fotoğraflamaya karar verdim. Kutunun içinde plastik bir parça vardı, fırçalar ve boyaların yerleştirilmesi için onu söküp içini renkli kartonlarla kaplayıp, ipler ve masuraların arasına kutunun yükseklik ve eninde mukavvalar, çöp şişler kestim. Kapağın içini ve dışını da, bir gezi dergisinden kestiğim bu kelebeklerle süsledim. İyi ki işime yaramadığı, kullanmadığım zamanlarda atmamışım bu kutuyu.
Evet yıllarca saklanıp, kalabalık eden hiç bir işe yaramayan eşyaları hemen atmalı insan, çünkü bence eşyalarda ruhsal yükler gibi hiçbir fayda sağlamadan bulunduğu yeri daraltıyorlar. Ama el işleriyle uğraşmayı seviyor, fikirler üretiyor ve uyguluyorsanız bence bazı şeyleri saklamalı. Bu kediciğin boynunda ki kurdele bir çikolata paketinden. Kullanılan düğmelerin çoğu artık eskimiş ve atılmış eşyalardan. Ve bu kutu bir gazetenin hediyesi uzun süre hiç kullanılmamış. Sağlam ve aklımda bir fikir yaratan kutuları, kağıt havlular bittikçe içlerinden çıkan karton boruları, dergilerden, beğendiğim yazı ve şiirleri olduğu gibi, beğendiğim fotoğrafları kesip saklıyorum. Bazıları bir gün kullanmayı düşündüğüm fikirden vazgeçtiğimde atılıyorlar, bazıları da tamamen benim istediğim ve kullanacağım şekilde değerleniyorlar.
Bu aralar hayat üzerine sık sık yazıyorken şimdi kendime soruyorum; kendi içimizde sakladıklarımızı, ne kadar saklamalıyız. Acılarımızı, sevinçlerimizi, korkularımızı, hüzünlerimizi hatırladıkça kendimize katabiliyor, güzelleştiriyor yada kullanılabilir hale getirebiliyor muyuz? Yoksa onları yanımıza katamayıp bilmediğimiz bir yük gibi taşıyor muyuz? Acılarımız, hüzünlerimiz, kayıplarımız, sınavlarımız bizi biz yapan, güçlendiren yol arkadaşlarımız mı, bileğimize takılı ağır zincirler mi? Sevinçlerimiz, mutluluklarımız eski zamanların rengarenk çiçeklerinden kalan tohumlar mı bir kavanozda, baktıkça hatırladığımız. Yoksa iç toprağımızda her gün yeşerip çoğalan yeni çiçeklerin güneşi, suyu mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder