İskender Pala’dan tarihi zevkle okuduğum bir kitap daha. Bahsettiğim zevk, kitapta anlatılan tarihi gerçeklerin içeriğinden değil, kitabın yazımından, akışından, yazarın dilinden aldığım tadı niteliyor. Yaşanılanlarsa oldukça acı…
Sekiz yaşındaki Kamber Can’ın ağzından dökülüyor ilk satırlar. Dedesi bildiği Babaydar’la muhabbetleri ile başlar hikaye. Ayrılık vakti geldiğinde Babaydar, Kamber Can’a “her yerde sevgiyi aramasını” öğütler. Aniden gelen ayrılıkları Kamber Can’ı ve bizi Şah’ın yakınlarına götürecektir. Yani Safevi Devletinin kurucusu olan Şah İsmail’e. Bu arada Şah İsmail Sünnilerden ayrılmak ve farklı görünmek için kendi tarafındaki halka “kızıl serpuş” bağlamaları emrini verir. Böylece onlara “Kızılbaş” denmeye başlar.
Romanın ikinci anlatıcısı ve Sultan Selim’in en yakınlarında bulunan Can Hüseyin de bize Yavuz Sultan Selim safında olup bitenleri anlatır. Kızılbaş olarak yetişen Hüseyin, Osmanlı’yı yani Sultan Selim’i seçmiştir kendisi adına. Aynı anda ikiz kardeşi Hasan da Şah İsmail’in yanında ve kendisiyle neredeyse aynı görev ile saf tutmuştur.
Zamanla siyasi çekişmeler, aynı topraklarda yetişen insanları Alevi-Sünni ayrımlarıyla ayrı düşürüp, uğruna pek çok canın çekinmeden feda edildiği düşmanlığa vardıracaktır. Devamı bizi Çaldıran Savaşı’na götürür.
İşin aslı, okuduğum bu romanın içeriğini mi anlatsam yoksa bende uyandırdığı hislerden mi bahsetsem karar veremedim. Okumamış olanlar için hem engel teşkil etmeyen bir yazı olur hem de ucundan fikir vermiş bulunurum. Romanın benim için çekici ilk özelliği, tarih derslerinde okuyup okuyup aklımda kalmayan, ayrıntısını düşünmeden, yani sindirmeden ezberlediğim gerçek olayları İskender Pala gibi iyi bir yazardan ayrıntısıyla okuyup gözümün önünden geçen bir film gibi izlemekti. Kitabın arkasında yer alan kaynaklara bakınca yazarın pek çok kitaptan yararlanarak bu romanı yarattığı aşikar. Konu basit gibi görünse de, kurgu çok yerinde ve düşündürücü. Taraf tutmakla tutmamak arasında gidip geldiğim zamanlar oldu.
Kitabı okurken Mevlana okuyormuşum gibi hissettim. Konu başlarında yer alan beyitlerden değil böyle hissedişim. Pek çok kitapta yer alan bu bölüm girişlerindeki başlık altına sıralanmış beyitleri ya da satırları okumak çok hoşuma gider. Elif Şafak, Sezgin Kaymaz kitaplarında da vardır bu. Hatta onlarda Mevlana’nın mısraları yer alır. Bu kitapta Hatayi mahlasıyla Şah İsmail’in, Selimi ile de Yavuz Sultan Selim’in kıtaları yer alıyor. Bana Mevlana’yı hatırlatmasının nedeniyse başka.
Kitap daha ilk sayfalarında sevgiden ve aşktan bahsediyor. Tıpkı Mevlana’nın sözlerinin içeriğinde olduğu gibi. Kamber Can, Babaydar’ın nasihatini dinleyerek gördüğü her olayda ve kimsede sevginin ne olduğunu bulmaya, anlamaya ve tarif etmeye çalışıyor. Üstelik çok iyi başarıyor bunu. Bazen tahmin edemeyeceğim şekilde, küçük ayrıntılar içinden en basitiyle aktarıyor sevginin tarifini. Sırf bu aktarımlar için bile bu kitap okumaya değer. Aynı anda İskender Pala’nın manevi hissedişleri, bilgisi ve sevgi bilinci parıldıyor kelime aralarından.
Kitabı okurken Mevlana okuyormuş hissine kapılmamın asıl nedeni anlatımdaki karşıtlıklarla konunun ve içeriğin gayet basit olarak sunulmuş olması. Hikayeyi iki taraftan da dinlerken Şah ve Sultan arasında kah bir tarafı haksız diğerini haklı buluyor kah ikisine de kızıp ikisinde de sevilecek yönler olduğuna tanık oluyoruz. Şah ve Sultan’ın altındaki insan topluluklarının duygularını, Hasan ve Hüseyin’in duygularında, sözlerinde bu iki halkın küçük bir örneği gibi okurken zerrenin bakışından bütünü anlamaya dair benzetmelerle roman, çok daha iyi anlaşılmış oluyor.
Ebru
Sekiz yaşındaki Kamber Can’ın ağzından dökülüyor ilk satırlar. Dedesi bildiği Babaydar’la muhabbetleri ile başlar hikaye. Ayrılık vakti geldiğinde Babaydar, Kamber Can’a “her yerde sevgiyi aramasını” öğütler. Aniden gelen ayrılıkları Kamber Can’ı ve bizi Şah’ın yakınlarına götürecektir. Yani Safevi Devletinin kurucusu olan Şah İsmail’e. Bu arada Şah İsmail Sünnilerden ayrılmak ve farklı görünmek için kendi tarafındaki halka “kızıl serpuş” bağlamaları emrini verir. Böylece onlara “Kızılbaş” denmeye başlar.
Romanın ikinci anlatıcısı ve Sultan Selim’in en yakınlarında bulunan Can Hüseyin de bize Yavuz Sultan Selim safında olup bitenleri anlatır. Kızılbaş olarak yetişen Hüseyin, Osmanlı’yı yani Sultan Selim’i seçmiştir kendisi adına. Aynı anda ikiz kardeşi Hasan da Şah İsmail’in yanında ve kendisiyle neredeyse aynı görev ile saf tutmuştur.
Zamanla siyasi çekişmeler, aynı topraklarda yetişen insanları Alevi-Sünni ayrımlarıyla ayrı düşürüp, uğruna pek çok canın çekinmeden feda edildiği düşmanlığa vardıracaktır. Devamı bizi Çaldıran Savaşı’na götürür.
İşin aslı, okuduğum bu romanın içeriğini mi anlatsam yoksa bende uyandırdığı hislerden mi bahsetsem karar veremedim. Okumamış olanlar için hem engel teşkil etmeyen bir yazı olur hem de ucundan fikir vermiş bulunurum. Romanın benim için çekici ilk özelliği, tarih derslerinde okuyup okuyup aklımda kalmayan, ayrıntısını düşünmeden, yani sindirmeden ezberlediğim gerçek olayları İskender Pala gibi iyi bir yazardan ayrıntısıyla okuyup gözümün önünden geçen bir film gibi izlemekti. Kitabın arkasında yer alan kaynaklara bakınca yazarın pek çok kitaptan yararlanarak bu romanı yarattığı aşikar. Konu basit gibi görünse de, kurgu çok yerinde ve düşündürücü. Taraf tutmakla tutmamak arasında gidip geldiğim zamanlar oldu.
Kitabı okurken Mevlana okuyormuşum gibi hissettim. Konu başlarında yer alan beyitlerden değil böyle hissedişim. Pek çok kitapta yer alan bu bölüm girişlerindeki başlık altına sıralanmış beyitleri ya da satırları okumak çok hoşuma gider. Elif Şafak, Sezgin Kaymaz kitaplarında da vardır bu. Hatta onlarda Mevlana’nın mısraları yer alır. Bu kitapta Hatayi mahlasıyla Şah İsmail’in, Selimi ile de Yavuz Sultan Selim’in kıtaları yer alıyor. Bana Mevlana’yı hatırlatmasının nedeniyse başka.
Kitap daha ilk sayfalarında sevgiden ve aşktan bahsediyor. Tıpkı Mevlana’nın sözlerinin içeriğinde olduğu gibi. Kamber Can, Babaydar’ın nasihatini dinleyerek gördüğü her olayda ve kimsede sevginin ne olduğunu bulmaya, anlamaya ve tarif etmeye çalışıyor. Üstelik çok iyi başarıyor bunu. Bazen tahmin edemeyeceğim şekilde, küçük ayrıntılar içinden en basitiyle aktarıyor sevginin tarifini. Sırf bu aktarımlar için bile bu kitap okumaya değer. Aynı anda İskender Pala’nın manevi hissedişleri, bilgisi ve sevgi bilinci parıldıyor kelime aralarından.
Kitabı okurken Mevlana okuyormuş hissine kapılmamın asıl nedeni anlatımdaki karşıtlıklarla konunun ve içeriğin gayet basit olarak sunulmuş olması. Hikayeyi iki taraftan da dinlerken Şah ve Sultan arasında kah bir tarafı haksız diğerini haklı buluyor kah ikisine de kızıp ikisinde de sevilecek yönler olduğuna tanık oluyoruz. Şah ve Sultan’ın altındaki insan topluluklarının duygularını, Hasan ve Hüseyin’in duygularında, sözlerinde bu iki halkın küçük bir örneği gibi okurken zerrenin bakışından bütünü anlamaya dair benzetmelerle roman, çok daha iyi anlaşılmış oluyor.
Ebru
1 yorum:
Arkadaşlar İskender Pala'yı okumayanı kitap okumuş saymam. Edebiyatımızın üstadlarındandır kendisi. özellikle İki Dirhem Bir Çekirdek, Aşkname, Leyla İle Mecnun kitaplarını okumayanlar biran evvel alıp okusunlar. site olarak ta en ucuz www.ekolaykitap.com da bulabilirsiniz... Hayırlı Ramazanlar
Yorum Gönder