29 Mart 2011

NTV-Home Belgeseli

            NTV’de yayınlanmış “Home” adlı belgeseli bir süre önce izledim. Doğanın yok oluşuna dair bildiğimizi sandığımız şeyleri bilimsel verilere dayandırılan böyle bir sunumda yeniden dinlemek insanın tüylerini ürpertiyor.

            Dünyanın başlangıcından, günümüze doğru ilerliyor belgesel. Bakın ne de güzel anlatıyor doğanın dengesini:
            Yaşam lokomotifi bir zincirin ta kendisidir. Her şey birbirine bağlı ve birbirine muhtaçtır. Su ve hava birbirinden ayrılamaz. Yaşamlarımız için el ele vermiştir. Bu evrende paylaşmak her şeydir.”

Şunu da ilave ediyor:
“Dünyamız birbirine muhtaç olan her bir varlığın farklı bir role sahip olduğu bir dengeye ve zekice planlanmış ancak kolaylıkla mahvedilebilecek kırılgan bir ahenge sahiptir… Dünya bir mucize, yaşamsa hala bir gizem.”

            Acaba gerçekten bunun farkında mıyız? Doğanın farkına varıp bizim için önemini kavrayabilecek kadar kendimizi tanıyor muyuz? Dünyanın bir köşesinde susuzluk çeken insanlar gözümüzün önünde olmadığı için bize gerçek gibi gelmiyorlar mı?
            “Doğada kaybeden olmaz. Canlılar açlığını yatıştırır ve ağaçlar yeniden çiçek açar… doğada gereksiz ya da zararlı yoktur. Terazi daima dengededir.


Bu söylenen sözler hayvanlar ve diğer canlılar için geçerli. Onlar bu dünyada hisleriyle hareket edip her yere uyum sağlarlarken insanoğlu aklını savaşlara, güce ve zararlı eylemlere  yönelik işler için kullanıyor. Belgeselin alıntılandırdığım bu başlangıç kısmından sonra gözler insanoğluna çevriliyor. Dünyanın bıraktığı dört milyar yıllık mirası kısa süre içinde kendi çıkarları uğruna değiştiren insanoğluna!


Yeryüzünde her dört kişiden biri altı bin yıl öncesinin imkanlarıyla yaşıyor, yalnızca doğanın ona sağladığı enerjiyle yetiniyorsa, elindekinin tümünü açık yüreklilikle paylaşan doğaya karşılık insanoğlu nasıl bu kadar bencil olabiliyor? Yaşamımızın süre gelmesinde en önemli yere sahip tarım, insan gücünden uzaklaştıkça tarım ürünlerini arttırmak için seçilen yollar kimyasal ilaçlamaya doğru kaydı.

Zehirli böcek ilaçları havaya, toprağa, bitkilere, hayvanlara, nehirlere  ve okyanuslara karışıyor, ana hücrelerin merkezine işliyor. İnsanoğlunu kıtlıktan kurtaran artık ona zarar mı veriyordu? Bu sarı koruyucu giysilerin içindeki çiftçilerin bir bildiği olsa gerek”



İşte bu sahne insanı ürkütüyor. Sonrasında büyük şehirler… gündüzün aydınlığını kıskandıracak denli enerji, şanslı, büyük şehirleri aydınlatıyor. Gelişim gittikçe hızlanırken enerjiye olan ihtiyaç da aynı oranda artıyor. Düşünebiliyor musunuz, “dünya nüfusunun %20’si mineral kaynaklarının %80’ini tüketiyor.”


Buradan  Dubai’ye geçiyoruz. Tarım alanı ve su olmamasına rağmen petrolden elde ettikleri gelirle dünyanın her yerinden dilediğini satın alan, yapay adalar yapıp çok büyük gökdelenler inşa etmeye dek elindeki imkanları en üst seviyede kullanan bu ülkede tek bir güneş paneli bile olmadığı söyleniyor. Kaynaklar bize sınırsızmış gibi görünüyor. Dünya üzerindeki avlanma bölgelerinin ¾’ü artık yok. Pek çok balık nesli tükendi ya da tükenmek üzere. Beş yüz milyon insan çöllerde yaşarken bizim gibi şanslı azınlığın israfa yönelik bir hayatı var. Hindistan’ın batısında su kaynaklarının %30’u tükenirken, açılan kuyuların dolmasını bekleyen kadınlar muson yağmurlarından önce kendi elleriyle kuyular kazıyor. Aynı anda Las Vegas gibi bir şehirde sadece bir kişinin gündelik su tüketimi 800-1000 Lt civarında. Biri eskiden, diğeriyse hala çöl olan iki şehirden bahsediyoruz. Her şeyini paylaşan, tam bir terazi niteliğindeki doğanın dengesi, insanoğlunun bencil aklı sayesinde gerektiği gibi davranamıyor. Yine de direniyor… doğada her şey birbirine bağlıyken sadece bizler ayrılık hissi yaşıyoruz. Önümüzdeki sihri göremiyoruz. Gözümüzün önündeki sis beyin hücrelerimize mi işlemiş? Ağaçları yok ediyoruz. Kendi elimizden çıkmadığı için suçu baltaya atıveriyoruz çoğu zaman ama bir yandan da kullandığımız/kullanmadığımız yarısı boş kağıtları bir çırpıda çöpe gönderiyoruz, hiç içimiz acımıyor. Türkiye’de çöpler hala plastiklerden ayrılmadan poşetleniyor.





Çoğumuz “bireysel olarak ne yapabiliriz ki?” diye düşünüyoruz.

·        Bilgisayarımın başından az sonra kalkacak olan ben uzun süre kullanmayacak olduğum halde onu açık bırakıyorsam.

·        Bir odadan çıktığımda oraya bir süre dönmeyecek olduğum halde odanın ışığını açık bırakıyorsam.

·        Seyretmediğim televizyon bir köşede açık olarak beni bekliyorsa, inatla güç tuşunu kapatmıyorsam

·        Ellerimi yıkamak için kullandığım suyu keyfi olarak harcıyorsam

·        İzlediğim, doğanın yok oluşuna dair belgesellere, kesilen ağaçlara gözlerim yaşarmıyorsa ve etrafımdakileri de uyarmıyorsam?

·        Saydığım bu maddeleri çok küçük ve önemsiz olarak görüyorsam…

…yapabilecek bir şeyim olmadığı gibi, salt varoluşumla bile doğaya yarar değil zarar veriyorumdur. Belgeselin sonunda, ülkelerin almaya başladığı doğa ve geri dönüşüm üzerine güzel kararlar ve yapılan güzel işler de var. Bunlar insanın içine su serpiyor. Son olarak şöyle bir uyarı var :

karamsar olmak için çok geç!” 

Yönetmen : Arthus Bektrand

Ebru

Hiç yorum yok: