Geçen haftaki yazıma kaldığım yerden kısa da olsa devam edeceğim. Her ne kadar üzerinden bir hafta geçmiş olsa da üzerimizdeki etkisi devam ediyor nasılsa.
Nisan tatilimizin ikinci ayağı Behramkale'yi gezmek, yol üzerinde beğendiğimiz bir yerde konaklamaktı. Akşam saatlerinde Assos'a vardık. Saat itibari ile tarihi kalıntıların olduğu bölgeyi gezemedik, fakat güzel bir yürüyüş yaptık. Dar sokaklar, tertemiz bir hava ve yol boyunca tezgah kurmuş teyzeler... yürüyüşümüzün keyfini arttırdı. Müze yakınlarında eskiden kilise olan cami önünde soluklanıp manzaranın tadını çıkardık.
Ardından pansiyonumuza doğru yola koyulduk. Kaldığımız pansiyonu sokak aralarında gezerken tesadüfen bulduk. Bulduğumuza da çok memnun kaldık. Akrapol Pansiyon'u iki çocuklu bir aile işletiyor. Sadece altı odaları var ve bir bölümü daimi kaldıkları kendi evlerinden ibaret. Hepsi o kadar tatlı, o kadar samimi insanlar ki sanki pansiyona değil misafirliğe gittik. Akşam saatlerinde demledikleri çaydan bize de ikram ettiler. Küçük ve sevimli bahçelerinde, köy ortamında yaşarmış gibi çaylarımızı içtik
Sibel Hanım bize bu taş odayı verdi, biz de rahat bir uyku çektik.
Sabahsa bizi cıvıl cıvıl kuş, horoz ve doğal hayatın güzel hayvan sesleri karşıladı. Sonra da güzel bir kahvaltı. Sabahın ilk saatlerinde işletme sahibi Recep Bey'in kendi elleriyle sağdığı sıcacık sütü içmek beni çocukluğumdaki gibi hissettirdi.
Eğer sessiz, sakin, huzurlu bir yerde konaklamak, sabah uyandığınızda tertemiz havayı içinize çekip güler yüzlü insanların hazırladığı güzel bir kahvaltıya oturmak ve bunların hepsine uygun bir bedelle sahip olmak istiyorsanız mutlaka bu güzel insanlara uğramalısınız derim.
Az da olsa fotoğraflarla size mekanı gezdireyim.
Oldukça uyun fiyatlı bu mütevazi yer yaz dönemlerinin kalabalığında da en fazla altı odası olduğu için daha sakin oluyormuş. Tekrar konukları olacağımız günü iple çekiyorum.
Erken saatlerde güzel pansiyonumuzdan ayrılırken Recep Bey ve Sibel Hanım bizi kapıya kadar geçirdi, el bile salladılar.
Dönüş yolunda önce Zeus Altarı'na uğradık. Böylece sabah yürüyüşümüzü çam kokularının içinde yapmış olduk.
Bu son fotoğrafı bu kadar güzellik arasına eklemeyi istemezdim ama eklemek zorundayım. Zeus Altarı küçük bir kalıntıdan ibaret ama yazık ki biz millet olarak böyle tarihi bir mirasa sahip çıkamıyoruz. Altarın içi görüldüğü gibi çöplerle dolu. Üstelik Edremit Körfezi'ne bakan bu güzel manzara yüzünden burası insanların günlük gezme mekanı olmuş. Biz oradayken bile üç genç manzaraya karşı oturmuş çekirdek yiyorlardı. Üstelik çekirdek kabuklarını yerlere savura savura.
Ardından tekrar düştük yollara, bu sefer Kaz Dağları'na doğru. Kaz Dağları Milli Parkı tabelasını görünce nasıl bir yer olduğunu merak ettik. Park girişinde bizi bir görevli karşıladı ve Milli Park'la ilgili bilgiler verdi. Buraya tam bir gün ayırmak gerekiyormuş. Girişte sizi gezdirmek üzere rehber kiralama zorunluluğunuz var. Bu nedenle kalabalık gitmek maddi açıdan daha mantıklı. Dilerseniz çadır kurabilirsiniz. Biz Milli Park'a daha sonra gelip yürüyüş yapmayı ve tepelere çıkmayı çok istiyoruz.
Buralara gelmişken Hasan Boğuldu şelalesine de uğramak istedik. Oldukça buruk ve iç karartıcı bir efsanesi var, fakat harika bir doğa mucizesi. Dilerseniz ailenizle malzemelerinizi getirip piknik yapabilirsiniz ya da şelale yanındaki restorandan bir şeyler yiyip içebilirsiniz.
Bu keyifli gezimiz böylece sona eriyor. Dilerim siz de yurdumuzun bu güzel yerlerini görmek için zaman ayırabilirsiniz.
Nisan tatilimizin ikinci ayağı Behramkale'yi gezmek, yol üzerinde beğendiğimiz bir yerde konaklamaktı. Akşam saatlerinde Assos'a vardık. Saat itibari ile tarihi kalıntıların olduğu bölgeyi gezemedik, fakat güzel bir yürüyüş yaptık. Dar sokaklar, tertemiz bir hava ve yol boyunca tezgah kurmuş teyzeler... yürüyüşümüzün keyfini arttırdı. Müze yakınlarında eskiden kilise olan cami önünde soluklanıp manzaranın tadını çıkardık.
Ardından pansiyonumuza doğru yola koyulduk. Kaldığımız pansiyonu sokak aralarında gezerken tesadüfen bulduk. Bulduğumuza da çok memnun kaldık. Akrapol Pansiyon'u iki çocuklu bir aile işletiyor. Sadece altı odaları var ve bir bölümü daimi kaldıkları kendi evlerinden ibaret. Hepsi o kadar tatlı, o kadar samimi insanlar ki sanki pansiyona değil misafirliğe gittik. Akşam saatlerinde demledikleri çaydan bize de ikram ettiler. Küçük ve sevimli bahçelerinde, köy ortamında yaşarmış gibi çaylarımızı içtik
Sibel Hanım bize bu taş odayı verdi, biz de rahat bir uyku çektik.
Sabahsa bizi cıvıl cıvıl kuş, horoz ve doğal hayatın güzel hayvan sesleri karşıladı. Sonra da güzel bir kahvaltı. Sabahın ilk saatlerinde işletme sahibi Recep Bey'in kendi elleriyle sağdığı sıcacık sütü içmek beni çocukluğumdaki gibi hissettirdi.
Eğer sessiz, sakin, huzurlu bir yerde konaklamak, sabah uyandığınızda tertemiz havayı içinize çekip güler yüzlü insanların hazırladığı güzel bir kahvaltıya oturmak ve bunların hepsine uygun bir bedelle sahip olmak istiyorsanız mutlaka bu güzel insanlara uğramalısınız derim.
Az da olsa fotoğraflarla size mekanı gezdireyim.
Oldukça uyun fiyatlı bu mütevazi yer yaz dönemlerinin kalabalığında da en fazla altı odası olduğu için daha sakin oluyormuş. Tekrar konukları olacağımız günü iple çekiyorum.
Erken saatlerde güzel pansiyonumuzdan ayrılırken Recep Bey ve Sibel Hanım bizi kapıya kadar geçirdi, el bile salladılar.
Dönüş yolunda önce Zeus Altarı'na uğradık. Böylece sabah yürüyüşümüzü çam kokularının içinde yapmış olduk.
Bu son fotoğrafı bu kadar güzellik arasına eklemeyi istemezdim ama eklemek zorundayım. Zeus Altarı küçük bir kalıntıdan ibaret ama yazık ki biz millet olarak böyle tarihi bir mirasa sahip çıkamıyoruz. Altarın içi görüldüğü gibi çöplerle dolu. Üstelik Edremit Körfezi'ne bakan bu güzel manzara yüzünden burası insanların günlük gezme mekanı olmuş. Biz oradayken bile üç genç manzaraya karşı oturmuş çekirdek yiyorlardı. Üstelik çekirdek kabuklarını yerlere savura savura.
Ardından tekrar düştük yollara, bu sefer Kaz Dağları'na doğru. Kaz Dağları Milli Parkı tabelasını görünce nasıl bir yer olduğunu merak ettik. Park girişinde bizi bir görevli karşıladı ve Milli Park'la ilgili bilgiler verdi. Buraya tam bir gün ayırmak gerekiyormuş. Girişte sizi gezdirmek üzere rehber kiralama zorunluluğunuz var. Bu nedenle kalabalık gitmek maddi açıdan daha mantıklı. Dilerseniz çadır kurabilirsiniz. Biz Milli Park'a daha sonra gelip yürüyüş yapmayı ve tepelere çıkmayı çok istiyoruz.
Buralara gelmişken Hasan Boğuldu şelalesine de uğramak istedik. Oldukça buruk ve iç karartıcı bir efsanesi var, fakat harika bir doğa mucizesi. Dilerseniz ailenizle malzemelerinizi getirip piknik yapabilirsiniz ya da şelale yanındaki restorandan bir şeyler yiyip içebilirsiniz.
Bu keyifli gezimiz böylece sona eriyor. Dilerim siz de yurdumuzun bu güzel yerlerini görmek için zaman ayırabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder