17 Eylül 2014

İsviçre ve İtalya’ya Yolculuk II

İsviçre, Bern ve İnsana Saygı

Üç saatlik yolculuk ve bir saatlik saat farkının ardından 21:30 gibi Zürih’e vardık. Kapalı yer korkuma rağmen uçak yolculuklarına bayılıyorum, özellikle yerden ilk yükselişe, bulutların üzerine çıkmadan ve aşağısına inmeden önce pencereden manzarayı izlemeye. Uçağımız Zürih havalimanına inişe geçmeye başladığında o yemyeşil doğanın, doğa ile bütünleşmiş evlerin büyüsüne kapıldım. Daha sonra da üzülerek onayladığım düşünce aklıma o an yerleşti. Güzelim ülkemizi, yeşilini, tarihi miraslarını, kültürümüzü korumaktan ne kadar da uzağız. İnşaat sektörü denilen şey, ne kadar kontrolsüz, ne kadar vandalca tüm güzelliklerimizi katlediyor, durmaksızın...

Zürih havaalanında uçaktan indikten sonra bavullarımızı almak ve pasaport kontrolünden geçmek için kısa bir metro yolculuğu yapacağımızı biliyorduk. Ama bilmek ayrı tecrübe etmek ayrı elbette. Bavulları almadan metroda olmak tuhaftı, inek ve çan sesleri ile ilerledik ve yine arkadaşlarımızın önceden bilgilendirmesi ile duvarda çıkacak animasyonu bekledik. Metro hareket ettikten kısa süre sonra duvarda bir animasyon oynamaya başlıyor, bizim izlediğimizde tonton bir amca İsviçre bayrağını sallıyor, atıp tutuyordu. Bir başka sefer Heidi’yi görmüş arkadaşlarımız. İlk anda inek ve çan sesleriyle karşılanmak, çok iyi bir fikir verebilir burayla ilgili. Yeşil yeşil, yemyeşil bir ülke düşünün ve bu güzelliği hiç bozmadan, sanki zaten orada olmalıymış gibi gözüken mükemmel çatılı evler, kırlar. Heidi her an bir tepeden koşarak gelebilir gibi.




Metrodan indikten sonra kolaylıkla pasaport kontrolü yaptıracağımız ve bavullarımızı alacağımız yeri bulduk. İşlemler sonrasında bizi bekleyen arkadaşlarımızla buluşup arabalarıyla Bern’e doğru yola koyulduk. Arkadaşlarımızın evi işlek bir cadde üzerinde olmasına rağmen sessiz ve huzurluydu sokaklar. Önce kısa bir apartman turu attık, apartmanın girişinde çamaşır ve kurutma makinelerinin olduğu çamaşır odalarına ve kilerlerine baktık. Bu çamaşır odası fikri çok hoşuma gitti. Evin içinden eşya eksildikçe, rahatlayan bir insana dönüşüyorum, biblolar ve kitaplar hariç tabi. Güzel evlerinin, güzel balkonunda arkadaşımızın hazırladığı nefis kek ve börekleri yedik. Kahvemizi içtik, şu küçük kahve kremaları ne zaman gelecekler acaba bizim buralara. Süt kahveyi öldürüyor, akşam içilen sütsüz kahve de uykuyu, bu durumda krema mükemmel çözüm değil de nedir? Derken geçenlerde büyük bir markette bakınırken buldum, demek ki varmış.

Ertesi sabah yine nefis bir kahvaltıyla başladı günümüz. Öğleden sonra Bern’i gezmek üzere düştük yollara. Arabamızı otoparka bırakıp kısa bir yürüyüş ile Parlamento Binası ve Merkez Bankası’nın bulunduğu alana vardık. Tüm yapılar, özellikle pencere ve çatılar, hele çatı pencereleri çok çok güzeller. Dünyadaki en güzel çatılar burada olmalı diye düşündüm. Meydana doğru yürürken, kapalı açık bisiklet otoparklarına hayranlıkla bakıp, küçük bir pazarın ve yiyecek satan tezgahların olduğu bir alandan geçtik, burada Perşembe günleri Pazar kuruluyormuş. Daha sonra İtalya’da sık sık göreceğim dilimlenmiş meyve satan yerlere ilk burada rastlamış oldum. Parlamento binasının önünde yerden fışkıran sularda oynayan çocukları izledik, hayran hayran binalara baktık ve Old Town denen tarihi merkeze doğru ilerledik. 

Merkezin girişinde, Zytglogge isimli yaklaşık 500 yıllık olduğu söylenen bir saat kulesi var. Kulede hem saat, hem günler, aylar, burçlar hem de ayın halleri izlenebiliyor. Her saat başı hareket ediyor içinden objeler çıkıyormuş ama biz birkaç fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ettik ve göremedik bunları. Ama her an her yerde karşılaştığımız Japon turistleri, hem gelirken hem de dönerken fotoğraf makineleriyle kulenin önünde beklerken gördük.


Kramgasse caddesi boyunca hayranlıkla ilerlerken, güzel binalar, çeşmeler, heykeller ve hoş butikler eşlik etti bize. Burası Unesco Dünya Kültür Mirasları listesinde. Bir de Einstein’ın bir dönem burada yaşadığı evin önünden geçtik. Nedense bir müze değil kafeteryaya dönüştürülmüş. İzafiyet teorisini burada geliştirdiği söyleniyor. Caddenin sonunda Aare nehrine vardık, köprünün üzerinden nehri, evleri, güzelim çatılarını ve doğayı izlemeye doyamadım.  Bern’in simgesi ayı olduğundan birçok ayı heykeli ve simgesi var. Köprüden geçip ayı çukuru denen Barenpark’ta da ayılar var tabi.  Hallerinden oldukça memnun ama sıcaktan bayılmış görünüyorlardı. Bir de burada park kenarındaki kaldırımlara isim yazdırılabiliyor. Merdivenlerle nehrin kenarına inip ayaklarımızı hızla akan Aare’nin buz gibi sularına daldırıp, sohbet ederek bol bol fotoğraf ve video çektik. Bütün bir gün boyunca burada oturabilir insan, tüm duyularını tatmin eder ve sonsuz huzurla dolabilir...






Akşamüstü evimizin karşı komşusu, Tayland restoranında yemeğimizi yiyip ardından kısa bir yürüyüş yaptık. Evlerin hemen arkasında, değişik zorluklarda yürüyüş parkurlarının olduğu bir orman ve mısır tarlaları vardı. Mısırlar henüz olmamıştı ama içlerine atlayıp koşmak eğlenceli olurdu sanırım. Sonradan öğrendiğime göre, mısır yaprakları oldukça kesici olurmuş ve içlerinde koşmak pek akıllıca değilmiş : ) Bol bol sohbetle geçen bu kısa yürüyüşümüzün ardından, ertesi gün başlayacak yolculuğumuz için hazırlanıp, dinlenmek üzere eve döndük.



O bir günde Bern’de olmaktan, İtalya sınırına doğru giderken yol boyunca gördüğüm manzaradan oldukça keyif aldım. Yolculuğumuz boyunca orada doğup büyümüş olan arkadaşıma eğitim, çalışma ve yaşam şartlarına dair sorular sordum. Medeniyetin dev binalar, iş merkezleri, yollar ve raylardan ibaret olmadığını onaylar cevaplar aldım. Yaşamanın birçok insan için olduğu gibi, sadece çalışmak, sürekli bir mücadele halinde olmak, almak ve tüketmekten ibaret olmadığını; keyifle, düzenle, tüm insanlara, doğaya saygı duyarak, saygı duyularak, birlik içinde, dünyanın sunduğu güzellikleri bozmadan onlarla iç içe yaşamanın mümkün olduğunu gördüm. 


İsviçre 26 kantondan oluşan federal cumhuriyet, arkadaşlarımız federal otoritelerin merkezi diye geçen Bern’de yaşıyor. Kuzey sınırında Almanya, batısında Fransa, güneyinde İtalya ve doğusunda Avusturya var. Sınıra yakın yerlerde konuşulan dil değişiyormuş. İnsanlar huzurlu ve mutlular, tünellerde bile bisiklet yolları, katlı bisiklet otoparkları, yaya geçitlerinde kaldırım kenarına yaklaşır yaklaşmaz yol veren sürücüler. Gerçekten yaşanılası bir ülke, tek kusuru denize sınırının olmaması bence, İstanbul’un ardından denizsiz bir şehirde, ülkede yaşamak tuhaf geliyor bana. Ama muhteşem gölleri ve doğası bu açığı kapatabilecek güçte sanki. Bu arada Bern pahalı bir şehir mesela magnetler İtalya’da en fazla ortalama 2€ iken burada en ucuzu 9€’ydu. Ama adil bir eğitim, çalışma ve kazanç sistemi olduğundan birçok insan aynı standartlara sahip olabiliyor. Bir de araba yolculuğumuzda gördüğümüz göller gerçekten de çok güzellerdi, göl kenarında küçük, huzurlu bir tatil geçirilebilir.

Sabah İsviçre’nin mükemmel doğası ve masalımsı çatılıları olan evlerini izleyerek, İtalya’ya doğru yola koyulacağız. İlk durağımız Como Gölü…


2 yorum:

ebr dedi ki...

Canım arkadaşım,

Fotoğraflar o kadar güzel ki içinde kaybolup gittik.

Unknown dedi ki...

Yazının devamını ve özellikle fotoları heyecanla bekliyorum..