İsviçre, Bern ve İnsana Saygı
Üç saatlik yolculuk ve bir saatlik saat
farkının ardından 21:30 gibi Zürih’e vardık. Kapalı yer korkuma rağmen uçak
yolculuklarına bayılıyorum, özellikle yerden ilk yükselişe, bulutların üzerine
çıkmadan ve aşağısına inmeden önce pencereden manzarayı izlemeye. Uçağımız
Zürih havalimanına inişe geçmeye başladığında o yemyeşil doğanın, doğa ile
bütünleşmiş evlerin büyüsüne kapıldım. Daha sonra da üzülerek onayladığım
düşünce aklıma o an yerleşti. Güzelim ülkemizi, yeşilini, tarihi miraslarını,
kültürümüzü korumaktan ne kadar da uzağız. İnşaat sektörü denilen şey, ne kadar
kontrolsüz, ne kadar vandalca tüm güzelliklerimizi katlediyor, durmaksızın...
Zürih havaalanında uçaktan indikten sonra
bavullarımızı almak ve pasaport kontrolünden geçmek için kısa bir metro
yolculuğu yapacağımızı biliyorduk. Ama bilmek ayrı tecrübe etmek ayrı elbette.
Bavulları almadan metroda olmak tuhaftı, inek ve çan sesleri ile ilerledik ve
yine arkadaşlarımızın önceden bilgilendirmesi ile duvarda çıkacak animasyonu
bekledik. Metro hareket ettikten kısa süre sonra duvarda bir animasyon oynamaya
başlıyor, bizim izlediğimizde tonton bir amca İsviçre bayrağını sallıyor, atıp
tutuyordu. Bir başka sefer Heidi’yi görmüş arkadaşlarımız. İlk anda inek ve çan
sesleriyle karşılanmak, çok iyi bir fikir verebilir burayla ilgili. Yeşil
yeşil, yemyeşil bir ülke düşünün ve bu güzelliği hiç bozmadan, sanki zaten
orada olmalıymış gibi gözüken mükemmel çatılı evler, kırlar. Heidi her an bir
tepeden koşarak gelebilir gibi.
Ertesi sabah yine nefis bir kahvaltıyla
başladı günümüz. Öğleden sonra Bern’i gezmek üzere düştük yollara. Arabamızı
otoparka bırakıp kısa bir yürüyüş ile Parlamento Binası ve Merkez Bankası’nın
bulunduğu alana vardık. Tüm yapılar, özellikle pencere ve çatılar, hele çatı
pencereleri çok çok güzeller. Dünyadaki en güzel çatılar burada olmalı diye
düşündüm. Meydana doğru yürürken, kapalı açık bisiklet otoparklarına hayranlıkla bakıp, küçük bir pazarın ve yiyecek satan tezgahların
olduğu bir alandan geçtik, burada Perşembe günleri Pazar kuruluyormuş. Daha
sonra İtalya’da sık sık göreceğim dilimlenmiş meyve satan yerlere ilk burada
rastlamış oldum. Parlamento binasının önünde yerden fışkıran sularda oynayan
çocukları izledik, hayran hayran binalara baktık ve Old Town denen tarihi
merkeze doğru ilerledik.
Merkezin girişinde, Zytglogge isimli
yaklaşık 500 yıllık olduğu söylenen bir saat kulesi var. Kulede hem saat, hem
günler, aylar, burçlar hem de ayın halleri izlenebiliyor. Her saat başı hareket
ediyor içinden objeler çıkıyormuş ama biz birkaç fotoğraf çektikten sonra
yolumuza devam ettik ve göremedik bunları. Ama her an her yerde karşılaştığımız
Japon turistleri, hem gelirken hem de dönerken fotoğraf makineleriyle kulenin
önünde beklerken gördük.
Kramgasse caddesi boyunca hayranlıkla
ilerlerken, güzel binalar, çeşmeler, heykeller ve hoş butikler eşlik etti bize.
Burası Unesco Dünya Kültür Mirasları listesinde. Bir de Einstein’ın bir dönem
burada yaşadığı evin önünden geçtik. Nedense bir müze değil kafeteryaya
dönüştürülmüş. İzafiyet teorisini burada geliştirdiği söyleniyor. Caddenin
sonunda Aare nehrine vardık, köprünün üzerinden nehri, evleri, güzelim
çatılarını ve doğayı izlemeye doyamadım.
Bern’in simgesi ayı olduğundan birçok ayı heykeli ve simgesi var.
Köprüden geçip ayı çukuru denen Barenpark’ta da ayılar var tabi. Hallerinden oldukça memnun ama sıcaktan
bayılmış görünüyorlardı. Bir de burada park kenarındaki kaldırımlara isim
yazdırılabiliyor. Merdivenlerle nehrin kenarına inip ayaklarımızı hızla akan
Aare’nin buz gibi sularına daldırıp, sohbet ederek bol bol fotoğraf ve video
çektik. Bütün bir gün boyunca burada oturabilir insan, tüm duyularını tatmin
eder ve sonsuz huzurla dolabilir...
Akşamüstü evimizin karşı komşusu, Tayland
restoranında yemeğimizi yiyip ardından kısa bir yürüyüş yaptık. Evlerin hemen
arkasında, değişik zorluklarda yürüyüş parkurlarının olduğu bir orman ve mısır
tarlaları vardı. Mısırlar henüz olmamıştı ama içlerine atlayıp koşmak eğlenceli
olurdu sanırım. Sonradan öğrendiğime göre, mısır yaprakları oldukça kesici
olurmuş ve içlerinde koşmak pek akıllıca değilmiş : ) Bol bol sohbetle geçen bu kısa yürüyüşümüzün ardından, ertesi
gün başlayacak yolculuğumuz için hazırlanıp, dinlenmek üzere eve döndük.
O bir günde Bern’de olmaktan, İtalya
sınırına doğru giderken yol boyunca gördüğüm manzaradan oldukça keyif aldım.
Yolculuğumuz boyunca orada doğup büyümüş olan arkadaşıma eğitim, çalışma ve
yaşam şartlarına dair sorular sordum. Medeniyetin dev binalar, iş merkezleri,
yollar ve raylardan ibaret olmadığını onaylar cevaplar aldım. Yaşamanın birçok
insan için olduğu gibi, sadece çalışmak, sürekli bir mücadele halinde olmak,
almak ve tüketmekten ibaret olmadığını; keyifle, düzenle, tüm insanlara, doğaya
saygı duyarak, saygı duyularak, birlik içinde, dünyanın sunduğu güzellikleri
bozmadan onlarla iç içe yaşamanın mümkün olduğunu gördüm.
İsviçre 26 kantondan oluşan federal
cumhuriyet, arkadaşlarımız federal otoritelerin merkezi diye geçen Bern’de
yaşıyor. Kuzey sınırında Almanya, batısında Fransa, güneyinde İtalya ve
doğusunda Avusturya var. Sınıra yakın yerlerde konuşulan dil değişiyormuş.
İnsanlar huzurlu ve mutlular, tünellerde bile bisiklet yolları, katlı bisiklet
otoparkları, yaya geçitlerinde kaldırım kenarına yaklaşır yaklaşmaz yol veren
sürücüler. Gerçekten yaşanılası bir ülke, tek kusuru denize sınırının olmaması
bence, İstanbul’un ardından denizsiz bir şehirde, ülkede yaşamak tuhaf geliyor
bana. Ama muhteşem gölleri ve doğası bu açığı kapatabilecek güçte sanki. Bu
arada Bern pahalı bir şehir mesela magnetler İtalya’da en fazla ortalama 2€
iken burada en ucuzu 9€’ydu. Ama adil bir eğitim, çalışma ve kazanç sistemi
olduğundan birçok insan aynı standartlara sahip olabiliyor. Bir de araba
yolculuğumuzda gördüğümüz göller gerçekten de çok güzellerdi, göl kenarında
küçük, huzurlu bir tatil geçirilebilir.
Sabah İsviçre’nin mükemmel doğası ve
masalımsı çatılıları olan evlerini izleyerek, İtalya’ya doğru yola koyulacağız.
İlk durağımız Como Gölü…
2 yorum:
Canım arkadaşım,
Fotoğraflar o kadar güzel ki içinde kaybolup gittik.
Yazının devamını ve özellikle fotoları heyecanla bekliyorum..
Yorum Gönder