29 Ağustos 2011

Kafka-Şato,Amerika ve Dava Üzerine


Kafka okumalarımdan bahsedip bahsetmemek arasında gidip gelirken, baktım ki Ateş ve Kılıç’ı bile az da olsa yazmışım ki anlatmak bile denemez, o halde Kafka’dan da bahsetmek farz olmuş. Uzun zaman önce Dönüşüm kitabını okumuştum. Her ne kadar kitabın kurgusu ve fikri dikkatimi çektiyse de bu kitap bana Kafka’yı cazip hale getirmemişti.

Derken üçleme niteliğindeki; Şato, Amerika ve Dava kitaplarına geldi sıra. Sanırım burada kitapların kurgusundan bahsetmek çok yerinde olmayacaktır çünkü bu kitaplar defalarca kez anlatılmış, yazılmış, özetlenmiş. Ben daha çok işin kendime yakınlık kısmındayım. Kendi gözümle gördüklerimde… Kafka’yı seven çok insan var. Ben de bu nedenle kitaplarını merak eder dururum. Okuduktan sonra, bunca insanın, neden Kafka’yı bu kadar çok sevdiğine, daha doğrusu bu kitaplarda neyi seviyor olduklarına, ne bulduklarına dair pek bir kafa yordum. Kafka’yı okuduktan sonra, internet üzerinde ve bloglarda kitapları hakkında birkaç yazıya göz gezdirdim ama gördüm ki genelde sadece kitapların konularını anlatılmış. Çoğundan hikayenin tam olarak nesini sevdiklerini anlayamadım açıkçası. Sonra birkaç kişiye sordum. Onlardan da aynı cevabı aldım “Kafka severim, çok güzeldir.” Demek ki herkesin bildi bir şey vardı da ağız birliği yapmışlar gibi söylemek istemiyorlardı, en son buna karar verdim. Bu kadar ön bilgiden sonra, gelelim bana neler hissettirdiklerine.

Şato, Amerika ve Dava kitaplarının yazılış sırası bu şekilde gitmiyor aslında ama ben tıpkı sıraladığım gibi karışık bir nizamda okudum. Okuyacaksanız buna dikkat etmenizi öneririm, fakat genel olarak ayrı hikayeleri anlattıkları için karışık okumakta bir sakınca yok. Kafka’nın hikayelerinin sözcüklerin değil ama kitapların her yerine yayılmış bunaltıcı bir kasvet havası var. Zaten bunu herkes hissediyor olduğu için adına Kafkaesk demişler. Kafkaesk’in kasveti, okumayanın aklına; uzun uzadıya insanın içini sıkan tasvirlerden ya da çok buhranlı ve karanlık öyküler anlatmasından kaynaklanıyor olabileceği ihtimalini getiriyor, ama öyle değil. Aslında olayların yaşanışını ve insanların diyaloglarını, Kafka, o kadar basit bir dille aktarmış ki bu anlatım bile hikayedeki kasveti destekliyor, tam tersi olması gerekirken nasıl oluyorsa destekliyor işte. Hatta çok kısa sürede okuyabileceğiniz bir akıcılık da kazandırıyor. Olayların gidişatı ve konuşmalar, çoğu zaman günlük hayata uymayacak şekilde üst üste ya da tutarsız görünüyor. Buna rağmen anormal bir durum hissi yaratmıyorlar. Her ne kadar normal hayatta uyarlanamayacak olsalar da bir süre sonra kitapların içindeki dilin bütünlük duygusuna da alışıyor insan. Hatta olaylar, yaşadığımız zamanda cereyan ediyormuş gibi bir hisse neden oluyor. Belki de bu durum, öykülerde zaman algısına pek yer verilmemesinden kaynaklanıyordur. Bu zamansızlık da yazı dilinin modernliğine ve yıllarca okunmuş ve okunacak olmasına etki eden faktörlerden olsa gerek. İçerdiği konular itibariyle bir dönem kitabı değiller. Bireyci de sayılmazlar, daha çok oluşlar, durumlar, toplumların etkileşimleri, güç hatta yozluk üzerine giden farkı bir tarzı var. Hikayenin bir yerinde çarpık devlet anlayışından bahsettiğini düşünürken başka bir yerinde insanlar tarafından çevrelenmiş herhangi bir bireyin hayatının evrendeki ve varoluşundaki konumunu, umutsuzluğunu ve bilinçten uzak yaşamını konu aldığını düşünüveriyorum örneğin. “Bu hayat boş, kendi kontrolüm de elimde değil, şu merdiven altına sıkışıvereyim o zaman” demek istediğim oluyor. Sonra “ne fark eder ki” diyorum, devam ediyorum. Ben genel olarak bunları düşünüyor olsam da kitapların konuları benim deyiverip durduklarımdan da anlaşılacağı üzere oldukça simgesel. İşte bu simgesellik de kitapların farklı bakış açılarına göre, izlediği yönü, elastiki bir konuma taşıyor. Hani biri dese ki aslında Kafka kitapları şunu demeye çalışıyor, inanıverir insan. Çünkü konular da, konuşmalar da, kitabın nispeten alakasız sonları da çok genel ve havadalar. Konuyu bir yerinden yakalarsanız sizin için başka bir anlama bürünme ihtimalleri var.

Üç kitaptaki hikayenin her birinde farklı bir adamın başından geçenler anlatılıyor. Josef K daha bir aklı başındaysa da Şato’daki Bay K. ve Amerika’daki Karl Rossman beni canımdan bezdirdiler. Hikaye içinde yapacakları ayan beyan belli olan bazı şeyleri “hayır, bu sefer bari yapma” dedim dedim durdum ama onlar inatla yapmaya devam etti. Sonra baktım ki ben onlara uymuşum alışmışım gitmişiz. Galiba benim bu durumum da Kafka’nın anlatmaya çalıştığı sistemin umutsuz kabullenme davranışlarından biri; alışmak, normal kabul etmek, alışamadığımız takdirde kancanın bir yerine takılıvermek ya da içinde olduğumuz durumun farkına vararak daha da umutsuz olmak… gariptir, bunları yazarken Kafka’dan hoşlandığımın farkına vardım. Okurken bu kadar keyif almamıştım halbuki. Dava’da salona giren kadının elindeki çamaşır leğeni bile içime kasvet ve küf duygusu yaymaya yetti. Kasvetin belli hallerini seven beni, bu kadar daraltabildiğine göre, Kafkaesk’in bu başarısını tartışmaya lüzum görmüyorum, zaten hiç sorgulamadım da. Onları öylece, çocukluğumun sıcak ve sessiz, sıkıntılı öğlen uykusu saati gibi kabulleniverdim, daraldım. Ben bu yorumları yaparken bile içim daraldığına göre, Kafka kitabın kendisini yazarken nasıl bir ruh hali içindeydi kim bilir? Neyse, bunu bilmesem daha iyi olur. Bu yazının sonunda Kafka’yı önermeli miyim, bilemedim. Kafamda Kafka’yı çok ayrı bir yere koyup büyüttüğüm için beklentimin farklı oluşundan mütevellit, Kafka’nın edebi tarzının beni tam anlamıyla tatmin etmediğini söylemeliyim. Benim kasvetim bana yettiği için değil elbet. Kafka’nın şu anki başarısının, bu simgesel anlatımın dönemine göre ilkler arasına girmesinden ve emsal teşkil etmesinden kaynaklandığını düşünüyorum. Nihayetinde günümüzde yazıya çok daha hakim ve simgesel dili daha çok metaforlar yaratacak şekilde kullanabilen pek çok yazar var, olacak da. Bu açıdan Kafka hem ilk, hem de kitaplarını günümüze kadar getiren dünyaca üne sahip. Bir nevi marka.

Kafka yarattığı dil ve hikayelerinin kişiliğini ve varoluşunu yansıtan doluluğuyla başarılı bir yazar. Kitaplarını üst üste okumam daha net kavramam açısından iyi oldu. Kafka’nın harika kitapları var gibi bir tavsiyede bulunmayacağım. Sevip sevmemeniz tamamen Kafka ile sizin aranızda fakat ben onun kitaplarını okurken değil, bitirdikten sonra sevdim.

4 yorum:

pelinpembesi dedi ki...

merhaba özlem, kafka okumaların ne güzel başlamış. ben kafkayı ilk ünvs de okumuştum. birçokları gibi farklı tarzına vuruldum.zaten düz anlatımları , giriş,gelişme ve sonuç romanlarını fazla sevmiyorum. kafkanın duyguları , insanı ön planda tutan anlatımı beni hemen etkilemişti. sen de ne güzel yazmışın, kafka nın niye böyle sevildiğini anlama çabalarını..Sartre, Franz Kafka olmasaydı çağdaş Batı edebiyatının çok şey kaybedeceğini söylemiş..umudu, umutsuzluğu, korkusu, korkutuculuğu, ironisi ve gizli hüzünleriyle Kafka evrensel bir yazar.
kişinin karanlık noktalarını iyi yakaladığından belki sevdim kafkayı..kafka yüzünden pragı bile görmek istiyorum :)

MorBaykus dedi ki...

Merhabalar Buket,
Aslinda ben Ebru'yum ama haklisin, yazinin altina ismimi yazmamisim. Sen de cok guzel, uzun bir yorum yazmissin, Kafka'yi cok sevdigin belli. Kafka benim icin ozel bir yazar olmadi ama elime gectikce okuyacagim kitaplari var.
Sevgiler.
Ebru

LeylaK dedi ki...

neden artık yazmıyorsun , yazsana artık lütfen :))))

Kahve Dükkanı'ndan sevgiler..

MorBaykus dedi ki...

Sevgili "Leyla'nın Kahve Dükkanı",

Bence bu güne kadar aldığımız en güzel yorumlardan biri bu. Okuyacak birilerinin varlığını bilmek çok güzel bir hismiş.
Hayatın getirdiklerine ve telaşına kaptırdık bu aralar kendimizi, en kısa zamanda yazmak, süre gelmek dileğindeyiz.

Sevgiler.
Ebru