Orhan Pamuk kitaplarıyla tanışmam, lisedeki gönüllü bir ödevim sayesinde gerçekleşti. Edebiyat öğretmenim,
ödev olarak okumayı önerdiği birkaç kitap sayıp da saydığı kitapları okumuş olduğumu görünce daha kallavi bir kitap okumam gerektiğine karar vererek Orhan Pamuk’un henüz çıkmış kitabı “Benim Adım Kırmızı”yı önerdi.
Benim Adım Kırmızı öyle güzel bir tarzda ve ayrıntılarla anlatılmıştı ki, neredeyse tarih dersini bile sevebileceğimi düşündüm. Anlatımın güzelliği ve konunun hoşluğu dışında, yazarın bilgi birikimine ve nakkaşları, resim sanatını aktarışlarına hayran oldum. Kitap da tıpkı kör bir nakkaşın elinden çıkmış kusursuz bir at resmi gibiydi. Öylesine güzel işlenmişti.
Yazık ki çok severek okuduğum ve kitaplığımın parçalarından birini oluşturmaya yeni başlamış bu güzel kitap okumak için ödünç alıp da geri getirmemiş, kim bilir hangi vurdumduymaz tanıdığın rafları arasında şimdi?
Benim Adım Kırmızı’yla başlayan bu tanışıklık sırasıyla: Yeni Hayat, Sessiz Ev, Beyaz Kale, Kara Kitap, Kar, Öteki Renkler diyerek devam edecekti. Hepsinden ayrı zevkler aldım. İçlerinden sadece Kar kitabı, diğerleri kadar dolu değilmiş de sanki aceleyle yazılmış gibi geldi bana. Benim Adım Kırmızı’nın kaybından sonra, beni tanıyan arkadaşlarım doğum günümde bana Orhan Pamuk kitapları hediye ettiler. Nasıl bir keyif olduğunu anlatamam. İçlerinden biri de Masumiyet Müzesi. Bir sürenin ardından yeni bir Orhan Pamuk kitabının basılmış olması beni çok heyecanlandırdı. Nihayetinde diğer okuduklarımın ardından uzun bir zaman geçmişti. Duvarlarım kitaplardan aldığım alıntılarla çevrili değildi artık. Değişmiştim, büyümüştüm belki, belki de yeni bir Orhan Pamuk kitabı bana aynı hazları yaşatamayacaktı. Bu nedenle bu kitabı okumak için acele etmedim. Uygun bir zamanda, bir Orhan Pamuk kitabı okumanın değil ama kalın bir kitaba başlamaktaki heyecanımı hissederek çevirdim sayfalarını. Nasıl da yanılıyordum? Aradan geçen zaman bana bu yazarın kitaplarını neden sevdiğimi unutturabilmişti ancak.
İşte yeniden, yepyeni bir konuyla o sevdiğim farkındalık halinde kendi basit dünyam kelimelere çevrilmiş akıyordu. Orhan Pamuk için duygusal bir yazar olduğunu söylüyorlar. Bana hiç de öyle gelmiyor. Yalınlığın içinde, bazen anlatamadığımız şeyleri, garip bir halde anlatıyor oluşuna hala şaşırabiliyorum. Bunlar bende, duygusallıktan çok, gerçeklik hissine neden oluyor. Bir zamanlar tekrarlaya tekrarlaya ezberlediğim alıntılar şimdi aklımda değiller ama yine de bu kitaptan bu gerçekliği aktaran bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Masumiyet Müzesi’nde bir psikoloğun tanımına göre:
“Bir insanın, başka fırsatları olmasına rağmen onları reddedip sürekli aynı kişiyle sevişmek istemesine, bu mutluluk verici duyguya aşk denir”
Böylesine basit. Başka bir kitabında, aşk nedir konusundaki maddelerine hiç girmeyeceğim. Bu kitabı okurken, kitaptaki karakterlerin kurgulanamayacak kadar gerçek ve tam oluşları bence en dikkat çekici özellikleriydi. Aşk tanımlarını, anlatımlarını çok sevdiğim yazarın nasıl olup da karakterlerini böylesine canlı ve her yönüyle yaşatabildiğini okuyarak izledim. Daha doğrusu cümlelerin ardına gizlenmiş detayları hayranlıkla fark ettim. Hala aşık olmasa böyle kitaplar yazamayacağını düşündüm.
Ardından yine güzel bir zamana düştü “İstanbul, Hatıralar ve Şehir” kitabını okumam. Tam da şehirden çok uzaklardayken çocukluk halleriyle bezenmiş İstanbul şehrine farklı bir gözle bakabilmeme sebep oldu. Ve en başında “Benim Adım Kırmızı”da anlatılan ressamların inceliklerinin yazarın resim sevgisi ve yeteneği nedeniyle bu kadar etkili olduğunu anladım. İstanbul fotoğrafları ve resmedilen İstanbul manzaralarının yanına, Orhan Pamuk’un neden kendi resimlerini de iliştirmediğini merak ettim. Görmeyi çok isterdim.
Ebru
ödev olarak okumayı önerdiği birkaç kitap sayıp da saydığı kitapları okumuş olduğumu görünce daha kallavi bir kitap okumam gerektiğine karar vererek Orhan Pamuk’un henüz çıkmış kitabı “Benim Adım Kırmızı”yı önerdi.
Benim Adım Kırmızı öyle güzel bir tarzda ve ayrıntılarla anlatılmıştı ki, neredeyse tarih dersini bile sevebileceğimi düşündüm. Anlatımın güzelliği ve konunun hoşluğu dışında, yazarın bilgi birikimine ve nakkaşları, resim sanatını aktarışlarına hayran oldum. Kitap da tıpkı kör bir nakkaşın elinden çıkmış kusursuz bir at resmi gibiydi. Öylesine güzel işlenmişti.
Yazık ki çok severek okuduğum ve kitaplığımın parçalarından birini oluşturmaya yeni başlamış bu güzel kitap okumak için ödünç alıp da geri getirmemiş, kim bilir hangi vurdumduymaz tanıdığın rafları arasında şimdi?
Benim Adım Kırmızı’yla başlayan bu tanışıklık sırasıyla: Yeni Hayat, Sessiz Ev, Beyaz Kale, Kara Kitap, Kar, Öteki Renkler diyerek devam edecekti. Hepsinden ayrı zevkler aldım. İçlerinden sadece Kar kitabı, diğerleri kadar dolu değilmiş de sanki aceleyle yazılmış gibi geldi bana. Benim Adım Kırmızı’nın kaybından sonra, beni tanıyan arkadaşlarım doğum günümde bana Orhan Pamuk kitapları hediye ettiler. Nasıl bir keyif olduğunu anlatamam. İçlerinden biri de Masumiyet Müzesi. Bir sürenin ardından yeni bir Orhan Pamuk kitabının basılmış olması beni çok heyecanlandırdı. Nihayetinde diğer okuduklarımın ardından uzun bir zaman geçmişti. Duvarlarım kitaplardan aldığım alıntılarla çevrili değildi artık. Değişmiştim, büyümüştüm belki, belki de yeni bir Orhan Pamuk kitabı bana aynı hazları yaşatamayacaktı. Bu nedenle bu kitabı okumak için acele etmedim. Uygun bir zamanda, bir Orhan Pamuk kitabı okumanın değil ama kalın bir kitaba başlamaktaki heyecanımı hissederek çevirdim sayfalarını. Nasıl da yanılıyordum? Aradan geçen zaman bana bu yazarın kitaplarını neden sevdiğimi unutturabilmişti ancak.
İşte yeniden, yepyeni bir konuyla o sevdiğim farkındalık halinde kendi basit dünyam kelimelere çevrilmiş akıyordu. Orhan Pamuk için duygusal bir yazar olduğunu söylüyorlar. Bana hiç de öyle gelmiyor. Yalınlığın içinde, bazen anlatamadığımız şeyleri, garip bir halde anlatıyor oluşuna hala şaşırabiliyorum. Bunlar bende, duygusallıktan çok, gerçeklik hissine neden oluyor. Bir zamanlar tekrarlaya tekrarlaya ezberlediğim alıntılar şimdi aklımda değiller ama yine de bu kitaptan bu gerçekliği aktaran bir alıntı yapmadan geçemeyeceğim. Masumiyet Müzesi’nde bir psikoloğun tanımına göre:
“Bir insanın, başka fırsatları olmasına rağmen onları reddedip sürekli aynı kişiyle sevişmek istemesine, bu mutluluk verici duyguya aşk denir”
Böylesine basit. Başka bir kitabında, aşk nedir konusundaki maddelerine hiç girmeyeceğim. Bu kitabı okurken, kitaptaki karakterlerin kurgulanamayacak kadar gerçek ve tam oluşları bence en dikkat çekici özellikleriydi. Aşk tanımlarını, anlatımlarını çok sevdiğim yazarın nasıl olup da karakterlerini böylesine canlı ve her yönüyle yaşatabildiğini okuyarak izledim. Daha doğrusu cümlelerin ardına gizlenmiş detayları hayranlıkla fark ettim. Hala aşık olmasa böyle kitaplar yazamayacağını düşündüm.
Ardından yine güzel bir zamana düştü “İstanbul, Hatıralar ve Şehir” kitabını okumam. Tam da şehirden çok uzaklardayken çocukluk halleriyle bezenmiş İstanbul şehrine farklı bir gözle bakabilmeme sebep oldu. Ve en başında “Benim Adım Kırmızı”da anlatılan ressamların inceliklerinin yazarın resim sevgisi ve yeteneği nedeniyle bu kadar etkili olduğunu anladım. İstanbul fotoğrafları ve resmedilen İstanbul manzaralarının yanına, Orhan Pamuk’un neden kendi resimlerini de iliştirmediğini merak ettim. Görmeyi çok isterdim.
Ebru
6 yorum:
Orhan Pamuk'la tanışmam benim de lise yıllarıma denk gelir; ama yazık ki ben o zamanlar o kadar sevememiştim onu. Yeni hayat, Sessiz Ev, Kara Kitap arasında Sessiz Ev bir nebze iyi gelmişti bana. Yıllar sonra Benim Adım Kırmızı'nın ne kadar güzel olduğunu beğenisine güvendiğim bir arkadaşımdan duyunca ve aynı arkadaş bana kitabı hediye edince okudum ve ona hak verdim. Şimdi Cevdet Bey ve Oğulları var elimde, o bitince sıra diğerlerine gelecek, bakalım.
Yani demem o ki (bi benim dememe kaldı tabii) iyi yazardır Orhan Pamuk :))
Uzaklardayken, yorumları okumanın tadı bir başka oluyor.
Ne gariptir ki Orhan Pamuk kitaplarından, vakti zamanında param yetmediği için alamadığımdan, sadece Cevdet Bey ve Oğulları'nı okuyamamıştım. O kitabın da yorumlarını sizden alır da okumaya niyetleniriz belki... iyi okumalar diliyorum.
Ebru
ben de 12 yıl önce 18 yaşında lisedeyken orhan pamuk okuru oldum yeni hayat kitabıyla o zamandan beri de her çıkan kitabını hemen alır okurum. tüm kitapları vardır.onun yarattığı dünya cümleleri uslubu beni her seferinde daha çok hayran bırakıyor. evet başka sevdiğim bir çok yazar var. evet onun romanlarında yazdığı konuları işleyen bir çok kitap ve yazar var. ama ben onun seçtiği anlatımı yarattığı dünyayı o kadar seviyorum ki.onun kitaplarından aldığım hazzı o derece henüz kimseden alamadım.İhsan oktay anar da bu hazza biraz yakındır gerçi. onu taklitçilikle falan suçlamaları çok saçma geliyor.konular cümleler benzer olsa da uslup yaratılan dünya seçilen cümleler kurgu her şeyde taklit denilemezki. adam yıllarca araştırıp okuyup gezip hikayeler oluşturup günde 10 saat masasından kalkmıyor ama yine de kimseye yaranamıyor. dünyada bir ben kalsam onu okuyan yine de umurumda olmaz zevkle okurum.benim gibi orhan pamuk kitapları okumuş hayranı okurlar görmek çok güzel. aşk üzerine sanırım öteki renkler kitabındaydı emin değilim. 'aşk onunla birlikteyken bütün dünyanın sizin dışınızda kalmasıdır' gibi bir cümlesi vardı. çok yalın ve doğru güzel bir tanım olarak hiç aklımdan çıkmaz. ölmeden onunla tanışmayı çok isterdim. inşallah olur. iyi okumalar.
Merhabalar...
Ne de guzel yazmissiniz uzun uzun, okunacak ve taninacak o kadar cok yazar var ki onumde, bazen kesifler yaparken diger taraftan cok sevdigim yazarlarin yeni kitaplarinin eskisinden bir sey kaybetmeden okumayi arzuluyorum. Orhan Pamuk kendini yenileyen, bu tur yazarlardan. Bahsettiginiz alinti da cok akilda kaliciydi evet ben de hatirliyorum. Bahsettiginiz yazarin hic kitabini okumadim ama bu da benim icin bir referans olsun.
Sevgiler...
Bence de en güzeli "dünyada kimse okumasa ben yine de okurum" diyebileceğimiz yazarlar bulmak, buna yakın başka bir keyif gelmiyor aklıma :)) orhan pamuk böyle bir yazar değil benim için (severek okuyorum o ayrı) ama adı geçtiği için kendimi yazmaktan alıkoyamadım: ihsan oktay anar, hasan ali toptaş ve sema kaygusuz'u da keşiflere açık ebr-özlem okuyucularına tavsiye ederim.
Böylece ikinci referansımızı da almış olduk. Artık İhsan Oktay Anar başta olmaz üzere, saydığınız yazarları okumak şart oldu. Uzun bir süre için kitap alma stoğumu doldurmuş olsam da bundan sonraki ilk kitaplarım bu yazarlardan oluşacak. Yorumlarınıza ve tavsiyelerinize teşekkürler.
Ebru
Yorum Gönder