29 Haziran 2011

Kemeseker-Sinan Yağmur-Aşkın Gözyaşları

Cuma, gece, yağmur yağdı
Üç kişiydik, boynumuz bükük
Eski dostlar, bahçemiz büyük
Cuma, gece, yağmur yağdı
Akrep yelkovan üst üste
Durdu zaman ikiyi on geçe
Olanlardan, gitarlardan
Konuştuk durmadan kadınlardan
R majörden,
Doğru soruyu bulmaktan
Evrenlerden, atomlardan,
Konya’dan Hindistan’dan
Ölmeden ölenlerden
Konuştuk durmadan rütbelerden
Cevaplardan,
Doğru soruyu bulmaktan

Bin ışık yılı uzakta İstanbul’dan…

Bu gece Kesmeşeker gecemdeyim. Eskiden sıklıkla dinlediğim albümleri yad ettiğim oluyor. Bir anda “şunu dinlemeliyim” hissiyle geliveriyor o istek, dinliyorum… “İçimde içimdekiler Vardı” albümüne takılmışken yukarıda sözlerini yazdığım şarkının adı; “Konya’dan Hindistan’dan.”

Birkaç gündür elimde Mevlana’yı anlatan bir kitap var ve Hindistan’a doğru gidiyorum. Üstelik içimde gerçekten “içimdekiler” olduğunu hissediyorum. Bazen kafamı karıştırıyor, bazen sorguluyor, bazen uyuyorlar ama hep soruyorlar. Buldukça daha çok soruyorlar. Bazen de “doğru soruyu bulmaya “ çalışıyorlar. Hindistan’dan bahsetmezken Hindistan’a gidiyorum ve “bin ışık yılı uzakta”yım İstanbul’dan. Öyle bir Cuma gecesi arkadaşlarla toplanmak hem de “evrenden, ölmeden, Konya’dan ve doğru soruyu bulmaktan” bahsedebileceğim arkadaşlarla sabaha kadar zamanı durdurmak nasıl bir keyiftir. Böyle bir şeyi özlemek ne demek, bir ışık yılı uzaktan daha iyi hissediliyor. Şikayetçi değilim halimden ama böyle geceleri özlüyor bir tarafım. Hayat akıp gittikçe değişen koşullara yeniliyor dostluklar. Dostluklar yenilmezse koşullar mahal vermiyor böyle zamansızlıklara. Sonra çocuklar, yemekler, toz, toprak alıyor muhabbetlerin yerini. Sorular cevaplanmadan, insanlar eskiyor.


Şarkının öncesinde art arda aynı şiiri dinledim. Her dinleyişimde içimdeki içimdekileri doldurup taşıran Mevlana şiiri:

Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun, etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme

Bir taraftan bir süre önce izlediğim belgesel; Aşkın Dansı’ndan geri alıp alıp dinlediğim bu şiiri elimdeki kitaptan takip ediyorum; Aşkın Gözyaşları’ndan. Biri Kürşat Kırbaz’ın senaryosunu yazıp yönettiği belgesel, diğeri de Sinan Yağmur’un yazdığı ve Şems’in dilinden dökülenleri onun ağzından aktarıyormuş gibi yazdığı kitabı. İkisi de arı ayrı güzel.

Mevlana hakkında elime ne geçse okumaya meyletmiş biri olarak, Şems’in ağzından yazılmış bir kitabın öncelikle büyük bir cesaret olduğunu söylemek niyetindeyim. Hani şu cevap aldıkça daha çok soran içimdeki içimdekiler okudukça merak eder Mevlana ve Şems’i. Yazılıp okunarak anlaşılmayacak ruhani ilişkilerini, sır olanın bakışından anlatmak önce cesaret sonra da onlar gibi hissedilmişlik yaşanmışlık ister. Sinan Yağmur kitabında bu işin üzerinden ustalıkla geliyor. Elimde yazarın imzasını taşıyan bu kitabı okurken sıklıkla imzaladığı baş sayfalara döndüm. Sayfalara diyorum çünkü mütevazılığinin getirisi olsa gerek kitabın ilk sayfalarına hat sanatının çizgileriyle öyle güzel cümleler nakşetmiş ki hissetmeyeni bile hissettirecek “aşk ateşi” ile yandığı aşikar.

Dilsiz dudaksız sözler söyleyeceğim sana, bir şeyler anlatacağım bütün
kulaklardan gizli, herkesin ortasında konuşacağım;
Ama senden başka duyan olmayacak sözlerimi…”

“Aşkta yukarı veya aşağı yoktur,
Neden daha fazlasını arayayım?
Ben onunla aynıyım.”

Yukarıdaki mısralar bölüm başlarında Mevlana’dan alıntılar. Bu da kitabın kendi dilinden:

Adem’i büyük kılan şey emanet yükünü taşımış olması olgusudur ki bu da Allah sevgisidir. Sevginin sınırını yalnız o bildi; zira sevgi onun varoluşunun altında yatan sebepti. Biliyordu ki sevgisi ancak ayrılık acısını tattığında beslenip güçlenebilirdi. Bu yüzden yasak meyveyi yedi.”

“Kadın ve erkek arasındaki aşk da bu ilahi aşktan bir parçadır. Fakat bu dünyevi sevgi, aşk ve bu aşka götüren vasıtalar önünde bazen perde olur…”

“…böyle aşklar, size kim olduğunuzu unutturabilir. Sizi içinde yaşadığınız toplumun geleneklerinden ve kınamalarından korur.”

“Yiğit olan kişi sıkıntı halinde hoş ve kederli iken mutlu olmasını bilen kişidir; zira muratlar, muratsızlık içinde gizlidir.”

Kötü bir şey yaptığında, insanların bunu öğreneceğinden korkuyorsan, o zaman o kötülükte iyi bir şey vardır. İyi bir şey yaptığında insanların bilmesini istiyorsan, o zaman o iyilikte kötü bir şey vardır.”

Hüsranlı bir sonla bitiyor yine bu kitap, bildiğimiz o malum sonla. Kesmeşeker grubunu ve Sinan Yağmur’u sevgi ve aşk ile selamlayarak Hindistan’dan Konya’ya uzansın bu yazı da…Bin ışık yılı uzakta İstanbuldan…

Ebru

2 yorum:

Kitapkolik dedi ki...

Harika yorumlamışssınız kitabı...

MorBaykus dedi ki...

Demek ki siz de sevmişsiniz kitabı, güzel bir kitaptı.
Çok teşekkürler Kitapkolik...
Sevgiler...