Uzun zamandır görmediğimiz ülkemizden ve İstanbul’umuzdan geçerek Ukrayna’ya ulaştık. Gezdiğimiz limanlardan sonra, yakınlık bakımından neredeyse Türkiye civarında sayılırız. Böylece Karadeniz’e de adımımızı atmış olduk.
Endonezya’dan Hindistan’a uzanan yolculuktan sonra Suez (Süveyş) kanalına yöneldik. Korsan saldırılarından sonra Aden Körfezi’nden geçecek olmak herkes için temkinli olmayı gerektiren bir süreç oldu. Civara yaklaştığımızda, gemilerin birbirinden haberli olarak art arda geçtiği konvoya yetiştik. Olaysız ve güvenli bir şekilde kanala doğru ilerledik. Kanal geçişi Panama kadar olmasa da uzun bir geçişti. Kanal öncesi demir attığımızda şirket sorun çıkarmasaydı neredeyse Mısır piramitlerini bile görme imkanı bulacaktık. Son anda iptal edildi. Kanal geçişinde bize katılan pilot (yardımcı/kılavuz kaptan) ile birlikte az da olsa satıcı gemiye geldi..
Kanaldan kısa bir süre sonra Türk televizyon kanalları çekmeye ve hava da yavaşça soğumaya başladı. Çanakkale boğazından sonra İstanbul’da Zeytinburnu açıklarına demir attık. Gün içinde personel değişimleri gerçekleşti ve boğaz geçişi için gece olması beklendi. Karanlıkta göz alan ışıklarıyla beraber boğazı geçmek ayrı bir keyifti. Sırf bu yüzden uykumdan uyanıp Galata köprüsü ve Galata kulesi yakınlarından, okulumun önünden ve köprünün altından geçişimizi ağır ağır izledim.
Bir sonraki gün Ukrayna’nın Mariupol limanına yanaşmış idik. Aynı gün şehre inme fırsatımız oldu. Burası Türkiye’den daha soğuk ve olabildiğine kasvetli bir şehirdi. Komünist sistemin etkisinden yeni yeni çıkan fabrikasyon evleriyle, kasvetli bir hava ve havaya uygun insanların genelde solgun yüzleriyle karşılaştık. Burası küçük bir şehirdi ve hafta içi olmasının etkisi çok olmasa da sokaklarda az insan vardı. Sanırım en dikkat çekici kısmı, kısacık etekleriyle soğuğa aldırmayan süslü bayanlardı. Mağazalardaysa Laleli tekstil piyasasından bildiğimiz Rus tarzı rüküş denebilecek giysiler mevcuttu ve deri mont satan dükkanlar ağırlıktaydı. Alışveriş açısından özellikle çikolata konusunda zengin bir yer ve biz de bundan yeterince faydalandık. Gezintimizden sonra gözümüze kestirdiğimiz tek yer olan bir fast food’a girdik. Biz menümüzü seçmeye çalışırken bizim sesimizi duyan dükkan sahibi “Türk müsünüz” diyerek bizi selamladı. Seferimizin başlangıcından itibaren neredeyse altı aylık bir süreden beri İlk kez, başka bir ülkede bir Türk ile karşılaşıp Türkçe konuştuk. Restorana gelen Türk müşterileri de selamladık ve yemeğimizi yedik. Market alış verişimizi yapıp gemimize geri döndük. Şuanda Sivastopol şehrinde, limana yakın bir yerlerde demir atmış halde limana girmeyi bekliyoruz. Bundan sonraki limanımız yine İstanbul olacak ve kısmetse bu kontratımızı burada sonlandırmış olacağız.
27.03.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder