Sinemaya gitmeyeli uzun bir zaman olmuş, çok özlemişim. Bu özlemimi
Filmekimi ile gidererek iki filmi art arda izleyecek güzel bir fırsatım oldu. İzmir’i
pek bilmediğim için kısa bir aramadan sonra Karaca Sineması’nı buldum ve ilk
film olan Cennetteki Çöplük’e aldım biletimi.
Fatih Akın’ın yönetmenliğindeki film tam beş yılda çekilmiş.
Bu beş yılda Trabzon’un Çayburnu ilçesine yapılan çöplük alanı başlangıcından
itibaren kayda alınmış. Aslında bir film değil belgesel niteliği taşıyor. Belgesel
olması, “sinemada belgesel mi izlenirmiş”
diye düşündürmesin sizi. En başından itibaren öyle içine alıyor, öyle güzel bir
akıcılığı var ki kendinizi o yerde hissediyor, adeta ilçeye yayılan kokuyu
duyuyorsunuz. Fatih Akın’ı ne kadar tebrik etsem az ki film bittiğinde tüm
izleyicilerle beraber güzel bir alkış tutturduk. Yazık ki İlçe sakinleri,
mücadelelerinden hiçbir sonuç alamamış. Film neticede sadece çevre
duyarlılığını değil, yönetimdeki kokuşmuşluğu, nasıl bir ülkede yaşıyor
olduğumuzu da gözler önüne seriyor.
Belgeselin bir yerinde Şevval Sam, bir yerinde de Manga
konseri ile karşılaşıyoruz. Manga konserinde konsere eşlik eden müezzini,
konserin ardından ezanını okumaya giderken izlediğim sahneyi çok sevdim.
Başka bir evde orta yaşın üstünde bir bey, savcıya verdiği
dilekçeden ve savcının tepkisinden bahsediyor; “beni çocuk gibi azarladı”
diyor. Oysa biz bu sahnelere ne kadar alışığız değil mi? Doktorun, savcının,
bankadaki memurun kendinde karşısındakini azarlama hakkını nereden bulduğunu
anlamanın imkanı var mı? O halde biz bir üçüncü sınıf ülkesi değiliz de neyiz?
Bu belgeselden çok etkilendim. Filmekimi ile vizyona bugün
girmiş olan belgeseli mutlaka izleyin. Sinemanın elle tutulur anlamda ne işe
yaradığını ve gücünü net bir şekilde hissedeceksiniz. Fatih Akın’ı gönülden tebrik ve takdir
ediyorum. Şunu da unutmadan söyleyeyim; bu belgesel sırasında epey güldük. Ağlanacak
halimize güldük demek daha doğru olur. Örneğin çöplüğün kurulmasından önce
verilen hiçbir sözün gerçekleştirilmemesi fakat ilk zamanlarda parfüm
fıskiyelerinin kurulması bizi epey güldürdü doğrusu.
No/Hayır
İkinci film ise Şili’de geçen No filmiydi. No’nun başrolünde
sevdiğim bir oyuncu olan Gael García
Bernal yer alıyor. Filmde diktatör Pinochet uluslar arası baskılara
dayanamayarak kendi başkanlığı konusunu referanduma taşır. Muhalefet kanadı ise
Hayır kampanyalarının televizyonda bir ay boyunca gösterilecek ve her akşam on
beş dakika yayınlanacak olan reklamlarını yönetmek üzere ünlü bir reklamcı ile
anlaşır. Bundan sonra; özgürlük ve reklam dilini aynı anda takip edeceğimiz hem
hüzünlü hem de komik dakikalar başlar.
No filmi de oldukça akıcı ve izlemeye
değer bir film. Ben bu filmden de oldukça keyif aldım. Referandumun olduğu
tarihin bugün yani 5 Ekim olması ayarlanmış mıydı bilmiyorum ama hoş bir
tesadüftü.
İyi seyirler dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder