08 Nisan 2010

Paradip - Haldia - Hindistan



PARADİP


Görmeyi istediğim ülkelerden biri de Hindistan’dı. Daha önce burayı ziyaret edenlerden bu ülkeyle ilgili hiç pozitif bir yorum duymadık. Öncelikle herkes pislikten ve düzensizlikten bahsediyordu.Diğer limanlara göre bakımsız bir liman görünüyor önce. Endonezya’nın tersine burada yük tahliyesi de oldukça dağınık ve kirli yapılıyor. Birkaç saat içerisinde Hindistan’ın başka bir limanına doğru
8 saatlik bir sefer atacağız ve güverte oldukça kirli. Dışarıda kömürden oluşan toz bulutu hakim. Geldiğimiz gün yakınlarda bir market olduğu söylendi, biz de sevgiliyle beraber yürüyüş maksatlı çıktık. Kamyonların arasından toza bulanarak tabelası olmayan markete, terk edilmiş eski bir han kapısına benzeyen bir girişten ulaştık. Market de beklediğimiz gibi bakımsız ve tozluydu. Yine de birkaç ihtiyacımızı karşıladı.





Dün de dışarıya çıkma şansımız oldu. Geminin yanında küçük beyaz ve eski arabalarıyla taksiciler bekliyor. İngilizce bilen taksici bize dolaşırken de eşlik etti. Şehir merkezi limana taksiyle 5 dakikalık mesafede. Pasaport kontrolü yapılan kısımda polis sorun çıkarttığı için taksici fotoğraf makinemizi aldı. Sebebini anlayamadık ve güldük çünkü burası önünde saksı çiçekleriyle yine terk edilmek üzere olan bir köy evinin girişinden farksızdı. Yani kamerayla çekilip çekilmemesi pek bir şey değiştirmeyecek gibi görünüyor. Taksiden indiğimizde ilk girdiğimiz yer bir gişe gibi ön penceresinden alışveriş edilen küçük bir DVD’ciydi. Burada para değişimi yapılıyor. Biz de merak ettiğim üzere birkaç Hint müzikleri MP3’ü aldık. Şarkıyı hep aynı kadın söylüyor. Sevgili’yle her zamanki gibi aynı yorumu yaptık. Evet hep aynı kadın. Sevgili söyledikten sonra fark ettiğim bir detay da; insanların beyaz tenliler gibi bir yüz şekli olduğu halde siyah tenli olmaları. Daha doğrusu siyaha yakın bir koyu ten diyebiliriz ki bazıları da tam olarak siyah. 


Taksiden indiğimiz andan itibaren ayakları çıplak çocuklar etrafımızı sardı. Bize dokunup avuç açıp durdular. Arada bir taksici isteğimiz üzerine müdahale etse de gezdiğimiz süre boyunca bu değişmedi. Oradan çarşı diyebileceğimiz, dükkanların olduğu bir pazar yeri gibi bir yere geçtik. Bu arada, tüm limanlarda şehre giderken nasıl ki özenli giyiniyorsak burada gemide giydiğimiz kirli giysilerimizi seçtik. Yine de onlardan çok daha fazla temizdik. Dükkanlar yıllar öncesinden kalmış yerler gibi. Bakımsız, her yerde karmaşık kokular hakim. Üzerlerine de tütsü kokusuyla hacı yağı kokusu karışımı gibi bir koku sürüyorlar. Bu ülkeyi coğrafi ya da tarihsel konumundan çok dinleri ve kültürleri bakımından merak etmiştim ama karşıdan okunup maneviyatlarındaki felsefeye dayanarak yorum yapmak pek de mümkün değil.


 Hayatlarındaki düzensizlik ve temizlikten uzak olmaları, fakirlikten çok, kendi kültür ve dinlerinden kaynaklı olduğunu düşündürüyor. Fakat inandıkları onlar için maddeyi bir kenara bırakıp, her koşulda yaşayabilir kılıp, bu dünyanın nimetlerini bir kenara bırakmaktan ziyade fakirlikle orantılı olarak geri kalmış,temizlikten uzak ve aç bir toplum yaratmış. Ülkedeki dinlerin fazla olması yüzünden tam anlamıyla ortak bir fikre varamamak gibi yorumlar da yapılıyor.  


Bu çarşıyı görmemiş birine, bunu örneklerle anlatmam pek mümkün değil. Çünkü Türkiye’nin en ücra köşesinde bile; her ne kadar buradaki gibi, turistlerin peşine takılacak çocuklar aynı görünümü sergileyecek bile olsa, insanların dükkanlarında ya da kurdukları tezgahlarda temizlik veya düzen fark edilir. Burası daha bir ücra, üstelik söylenenlere göre ülkenin diğer kısımlarına oranla daha temiz bir yermiş bu liman. Örneğin bir genç kızın yol
kenarında tuvaletini yapıyor olması gayet normal bir durummuş. Yine de çarşıyı gezmek ve bir ülkeyi küçük bir topluluğa bakarak gözlemek oldukça keyifli. Zevkle gezdik. Hatta yöresel bir elbise aldık. Yıkadıkça renk veriyor olsa da giyildiği zaman karşıdan bakıldığı kadar büyük durmuyor. Anladığımız kadarıyla elbiselerde iki beden var ve bunların da sadece boyları değişiyor. İnsanlar, daha doğrusu kadınların hepsi yöresel giysiler giyiyor. Biz omzu açık tam olarak dikilmemiş gibi görünen kumaşlar, uzun entariler, hatta kadın erkek pek çoğunun alnında pulları-boyalarıyla nasıl biliyorsak öyleler. Televizyon dizilerinde de müzikal tarzları hala devam ediyor. Bu arada şehirde gördüğümüz kadın sayısı altıdan fazla değildi ki şehirde çok da insan görünmüyordu. Girdiğimiz internet kafe ise, kırtasiye ya da eski bir tuhafiyeden bozma küçük bir odanın bir kısmını üç kabine bölmek üzere oluşturulmuş bir mekandı ki hem bağlantı kötüydü hem de bilgisayarlar çok iyi durumda değildi. On beş dakikada yapabileceğimiz bir işlemi bir saatte kısmen tamamladık.



Dini ve kültürü biraz daha anlamak açısında gemiye gelen bir adamı örnek vereyim. Dışarıdan bakıldığında tam bir Hintli. Genelde erkeklerde pantolon gömlek de var. Bazıları ise bu adam gibi yöresel giysileriyle dolaşıyor. Kısa boylu ve siyah bir adam bu. Uzun sakalı; boynuna bağladığı fular gibi bir kumaş parçasının içinde kalmış, üzerinde diz altına kadar uzanan bir entari var. Ayakları çıplak ama ellerinde altın ya da altın gibi görünen yüzükler, bileğinde yine altına benzeyen bir saat taşıyor. Bir imza ile bir dolu para kazanıyor ve “ayakların neden çıplak?” sorusuna “Buda” diye karşılık veriyor. Kültür böylesine karışmış ya da insanoğlunun anlamak istediğince yaşatılıyor.

Ben bu yazıyı yazarken gemi hareket eti, sevgili; bu koca aygıra tekrar el attı ve akşam saatlerinde bir başka Hindistan limanında olacağız. Bu limanda dışarıya çıkabildik, dolaştık ve hatta küçük ihtiyaçlarımızı karşıladık, bizim için yeterli ve gayet eğlenceli bir geziydi. Diğer limanlarda çıkabilir miyiz, güvenli midir ya da müsait olabilir miyiz bilemiyorum, bu yüzden, 2 liman daha yapıp tekrar buraya geleceğimiz halde başka bir yazı yazmak gereği duymayabilirim. Bir süre buralarda olacağız.


HALDIA

İkinci limanda da çıkma imkanımız oldu. Burası Paradip'e göre daha büyük bir şehirdi. Taksiyle kısa bir yolculuktan sonra taksici eşliğinde bir marketi gezdik. Özel bir reyona konmuş çikolatalardan satın almak pırlanta seçmeye benziyordu, tek bir marka olmasına rağmen... Sokakta bulunan bir manavdan da denemek amacıyla hindistancevizi aldık. O sırada manav bize ilginç bir lezzet olarak paketlenmiş kuru kayısıyı önerdi :). Üstelik Türk bir firmanın Hindistan'a ithal edilmiş bir ürünüydü. Bunu da ticari başarı sayarak kayıtlarımıza geçirdik.

Diğer şehirde olmayıp da burada olan bir başka şey de lokantaların oluşuydu. Belki denemek isteyebilirdik ama lokanta kapısı önlerinde buraya ait tabak ve tencerelerin, dükkanın önündeki pis suların içinde yıkanıyor olduğunu görmek bu "yeni tatlar deneme" isteğimizi oldukça köreltti. Yine de büyük marketten aldığımız acı soslu cipslerden sonra sanırım uzun süre hiçbir cips bizi tatmin etmeyecek. Hindistan cevizi meyvesini sevmediğim kadar bu cipslere hayran oldum.

Bu arada aldığım Hint müziklerinden birinde Sagopa Kajmer'in Gora için yaptığı "al 1 de burdan yak" şarkısında alıntı yaptığı bir kısım var. O müzik olduğu gibi alınmış. Albümde bu belirtilmiş mi bilemiyorum ama benim için ilginç bir tesadüf oldu.

09.01.2009 CUMA






2 yorum:

Adsız dedi ki...

denizci eşi olmanın en güzel tarafı sanırım bu güzel anıları paylaşmak...daha nice limanların tadını fırsat varken çıkarmaya bak çok güzel anlatmışsın şu an seferde olan tüm denizcilere allah selamet versin eşlerinden uzak olanlarada sabırlar..

MorBaykus dedi ki...

Çok haklısınız, sizin de bu durumun yakınında olduğunuz çok belli. Bazen orada olmaktan çok, paylaşmak hoş geliyor insana.

Dilekleriniz benim de dileklerimdir.

Teşekkür ve sevgilerimle...
Ebru.